23 Şubat 2011 Çarşamba

Murat Belge - Arap Dünyası

TÜRKİYE'NİN HALLERİ 01.02.2011
Murat Belge
Arap Dünyası
Tunus’taki, Mısır’daki ve bazı başka Arap ülkelerindeki genel başkaldırı hareketlerinin önemli olduğu görülüyor. Siyasî-tarihî olaylar için “önemli” kelimesini, sözkonusu olayın alışılmış akışı değiştiren bir olay olması durumunda kullanırım. Şimdi gördüğümüz bu başkaldırının ne sonuç vereceğini, nereye varacağını bilmiyorum, ama akışın yönünü, temposunu değiştirecekleri belli. “Sonuç” deyince, öyle yakın zamanda varılacak menziller de düşünmemeli. Bir “yola çıkış” ânı gözlemlemekteyiz şimdi; yolun uzunluğu, yönü vb. henüz belli değil.
Madrid’de birkaç yıl önceki bir toplantıda (uluslararası terör ve Müslüman kökenli terörle ilgiliydi) Mısır’dan genç bir kadınla tanışmıştım. Başı bağlıydı ve Müslüman Kardeşler’den olduğu belliydi. Zeki, kişilikli bir kadındı. Bir iki gün önce, TV’de, Kahire sokaklarında yumruğunu sallayarak yürüdüğünü gördüm. Tunus’a Gannuşi geldi; onu da gene yıllar önce Kopenhag’da, İslâm üstüne bir konferansta tanımıştım. “Ilımlı fundamentalist” denen, ne olduğu pek anlaşılmayan biri. Humeyni’nin Salman için fetvasının kabul edilemez bir şey olduğunu söylemeye dili varmamıştı. Şu anda Mısır sarsılırken orada halk arasında belki de tek örgütlü varlığın Müslüman Kardeşler olduğunu biliyoruz. Şimdi gölgedeler, ama olaylar geliştikçe onlar da ön plana geleceklerdir. Bundan fazla şüphem yok.
Yani; Arap dünyasında şimdilik başlangıcını gördüğümüz bu yeni “perde”nin ön plandaki oyuncusunun dinci muhalefet olacağı kanısındayım. Çünkü o dünyada “muhalif” olan bir insanın bulup kendine yakıştıracağı başka bir kimlik ne zamandır yok. Ama beklentim, zaman geçtikçe, bir şemsiye gibi herkesi kaplayan bu ortak kimliğin altından daha özgül başka arayışların çıkacağıdır. Bunun da İran’daki kadar uzun süreceğini sanmıyorum, çünkü yaşadığımız dünyada herşey gitgide hızlanarak cereyan ediyor.
Gene birkaç yıl önce Ürdün’den bir davet almıştım. Ürdün’ün Prenslerinden biri adına bir davet. Ortadoğu’da “sivil toplum” hareketini, “NGO siyaseti”ni tartışmak üzere bir toplantıya. Prens’in sekreterliğini yapan İngiliz kadının küstahlığına illet olduğum için gitmemiştim. Ama böyle bir olayı ilginç bulmuştum. Seksenler biterken otoriter Doğu Avrupa rejimleri “sivil” başkaldırı hareketleri üstüne birer birer yıkıldı. Ortadoğu’da böyle bir gelişmenin esamisi okunmamıştı. Ne oluyoruz? Ve neden “Prens”? Bir zamanlar Avrupa’da olduğu gibi, burada da demokratik gelişmenin ilk temel taşlarını “Aydın Despotlar” mı döşeyecek?
İşte, buyurun, on yıl bile olmadı. Tunus sokakta, Mısır sokakta, ötekiler galiba yolda. Bir tek Suriye’de rejim önce adım atmayı başarmış gibi görünüyor. “Görünüyor”dan daha kesin kelime kullanacak durumda değilim.
Avrupa’da “Aydın Despotlar”ın çağı Aydınlanma’ydı, 18. yüzyıldı. Bu dünyada, yavaşlıkla hızlılığın diyalektiği de dehşet bir şey: Üç yüz yıl bekle, herşeyi on yıl içinde yapmaya çalış. Şimdi bu ülkelerde geceyi gündüzü sokaklarda geçiren yüz binlerce insan bu uzun bekleyişin yarattığı enerji birikimini gösteriyor. Ama “zemberekten boşalma”, çok zaman, sonradan kendisinin de başka çıkamadığı domino etkileri yaratır. Toplumsal dönüşüm için olmazsa olmaz öge, kazanılanın özümlenmesidir. Bu gibi “boşalma” tipinde sosyo-politik hareketler ise tanım gereği özümlenmeye vakit bırakmaz.
Ancak, ne olursa olsun, henüz başında olduğumuz bu dalganın bir “leğende fırtına” olduğu kanısında değilim. Tunus’u bilmem ama Mısır’da, “polis/asker” dikotomisi bana bir 27 Mayıs tekrarını düşündürüyor. Olabilir, ama bu da ancak geçici olabilir.
Seksen sonunun Doğu Avrupa fırtınası şimdi Ortadoğu’ya geldi. Burası, her bakımdan, böyle bir olaya çok daha az hazırlıklı. Onun için de, her an herşey olabilir. Serinkanlı analizi ve değerlendirmeyi elden bırakmamak, olmadık girdaplara kapılmamak gerekiyor

Hiç yorum yok: