23 Şubat 2011 Çarşamba

Murat Belge - Arap âleminde Mısır’ın yeri

TÜRKİYE'NİN HALLERİ 04.02.2011
Murat Belge
Arap âleminde Mısır’ın yeri
Mubarak teslim falan olmadı. Bir kere general olmuş kişi, her duruma önce general gözüyle bakar. O da karşılaştığı bu benzersiz durumda nasıl bir manevra yaparak üstte kalacağını hesapladı ve zaman kazanmaya karar verdi. Mısır halkına “Bakın, bu işi uzatırsanız kaos doğar” diyordu; uluslararası kamuoyuna ise “İşleri düzene koymadan gidersem Müslüman Kardeşler gelir; buna razı mısınız” diye soruyordu (“retorik sonu” dediklerinden). Amerika anlaşılan bunu yemedi (başkaları da) ve “Şimdi git” diye ısrar ediyor. İçerdeyse dediği kaosu çıkaracak birlikleri harekete geçirdi.
Sanki işi çözmek iyiden iyiye orduya kaldı gibi görünüyor. Öğrenci kızın taşıdığı döviz aynı zamanda “siyasî yorumu”u da içeriyor: “Sen seksenini geçtin, ben otuzuma gelmedim. Zaman benden yana!”
Bakalım bunu ordu da anlayacak mı?
Ama Mubarak işin kansız çözülmeme noktasına gelmesi için yapabileceğini yaptı. Bu adamlar dilbilgisi kategorileri içinde “iktidar” ismiyle “bırakma” fiilini birarada kullanamıyorlar. Bütün Ortadoğu’da geçerli bu alışkanlık.
Mısır’a önem veriyorum, çünkü bütün Arap dünyası Mısır’a önem verir. O, dünyanın en kalabalık, herşeye rağmen en zengin ve gelişkin birkaç ülkesinden biridir. Ama Necib-Nasır darbesini ellilerde gerçekleştirerek, siyasî bir rol üstlenmişti. Kendi sınırları içinde. “Nereden başladı? Ne yaptı ve nereye vardı?” diye baktığımızda sadece bir “başarısızlık hikâyesi” anlatabiliriz. Ne kendi sınırları içinde ne de Arap dünyasında toplumsal yapı dönüştü, eşikler atlandı; “Arap sosyalizmi” denen şey hiçbir yenilik, ilerleme getirmedi; İsrail’i savaşla terbiye etme projesi tamamen ters tepti ve onur kırıcı sonuçlar yarattı. Nitekim şimdi bu olaylar hiç olmamış gibi yaşıyor hem Mısır, hem de Arap dünyası. Bizzat Mubarak’ın verdiği mesaj bu: “Hayır, arkadaşlar, öyle şeyler hiç olmadı. Zaten olmazdı, hiçbir yere varmazdı. O rüyayı unutarak yaşamaya bakın. Merak etmeyin, ben başınızdayım. Sizleri baba şefkatiyle yöneteceğim.”
Mısır bu rolü oynamaya karar verince gene Arap dünyasına önderlik etti. Çünkü geri kalanlar da “macera” defterini kapamaya karar vermişlerdi, ama bunun nasıl yapılacağına karar vermek için gene Mısır’ın ağabeyliğine ihtiyaçları vardı.
Gittiğim yığınla “Ortadoğu toplantısı”nda, şaşmaz biçimde, en muhafazakâr tutumu temsil edenler Mısır’dan oluyordu. İslâm dünyası, öyle niyet etti mi, bir şeyleri kutsallaştırma tekniğini iyi bilir. Bu yıllar boyunca kutsallık “statüko”ya tanındı. En önemli iş statükonun korunmasıydı. Bunun yolu da, Arap dünyasında ne tür olumsuzluk olursa olsun, sorumlusunun İsrail olduğunu söylemekti. O zaman, geri kalanların bir şey yapması gerekmiyordu. İşler çok kötüyse, İsrail’in yanında bir de Amerika’yı kabahatli tutmak gerekebilirdi, ama bu öyle sık sık gerekmiyordu.
Mısır’ın kendisinin yanısıra, bu dünyadaki önemli yerinden ötürü de şimdi açılmaya başlayan yeni sahneleri ilgiyle izliyorum. Burada “demokratikleşme” yönünde başlayan hareketlenme mutlaka Arap dünyasında yankılanacak ve etki yaratacaktır. Kaldı ki, daha şimdiden, birkaç Arap ülkesini birden daha derinlemesine etkilemeye başlamış bir hareketten söz ediyoruz.
Bunu son günlerde yazanlar oldu, ama ben de bu temayla bitireyim. Tunus’taki ve Mısır’daki rejimleri burada AKP iktidarına benzetmek abes bir şey. Olan olay bunun tam tersi –diyebiliriz ki Arap kemalizmi göçüyor. Buradaki ulusalcılar ille birileriyle kendilerini özdeşleme merakındaysa, günlerdir Tahrir Meydanı’nda sabahlayanlar değil onların muadilleri; şimdi o sabahlayanları taşlamaya başlayanlar. Onlar nasıl Mubarak’ın ömrünü uzatmakla görevliyse, burada da benzer bir misyonla vesayet rejimine göğüslerini siper etmeye çalışanlar var. Orada “özgürlük” isteyenlerle burada “Ergenekon’a özgürlük” isteyenleri özdeşlemekse, ancak özel bir yeteneğe sahip olanların becerebileceği bir cambazlık.
Ama, “mugalata”dan kimse ölmemiş. Maksat kafa karışıklığına ara vermemek.

Hiç yorum yok: