23 Şubat 2011 Çarşamba

Nabi YAĞCI - Adalet ve özgürlük isteği

NEDEN OLMASIN 07.02.2011
Nabi Yağcı
Adalet ve özgürlük isteği
Gündelik bir gazetede köşe yazıları yazıyorsanız zamanın hızlandığını fark edebilme şansına sahip olabilirsiniz. Eğer derdiniz “kenar süsü yapmak”, “laylaylom” türü yazılarla günü doldurmak veya yazarlık ustalığınızı göstermek değil de bir tazı gibi gerçeğin peşinde koşmaksa...
İşlemeye karar verdiğiniz bir konunun tam ortasında bir başka çarpıcı gerçek su yüzüne çıkıyor, birini bırakıp öbürüne dalıyorsunuz, su altında bir sepet pinpon topunu yakalamaya çalışmak gibi bir şey, birbiri ardına su yüzüne çıkıyorlar, hangisini yakalayacağınızı şaşırıyorsunuz.
Hayata yüzyılların biriktirdiği önyargılar, katı inançlılığın donukluğuyla afyon yutmuş gibi bakmıyor, bir çocuk gibi, anlamak isteyen meraklı gözlerle, safça bakıyorsanız anca o zaman hayatın da size sırlarını açtığını fark edebiliyorsunuz.

Gerçekle hakikat arasındaki zardan ince çizginin buradan geçtiğinin farkına varıyorsunuz. Görünen gerçeklerin arkasında gizlenmiş, sezgiyle bilginin kol kola yürüdüğü hakikat âlemini belli belirsiz seçebiliyorsunuz.
İşte öyle bakabilirsek o zaman pinpon toplarını birbiri ardına su yüzüne iten zaman hızlandırıcısı dipteki o muazzam basıncı keşfedebiliriz. O basınç ki yalnıza dışımızda olanları değil içimizdeki bastırılmış pinpon toplarını da, iyiye-kötüye, güzele-çirkine dair “zanlarımızı” da yüzeye fırlatıyor.

Adalet ve özgürlük isteğidir bu.
Tarih boyu iktidar hırslarının, tanrısal, dinsel, ırksal, milliyetçi bağnazlıkların; her tür “yücelik”, her tür “kutsallık” maskeleri arkasına gizlenerek, kin ve nefret duygularını, kan dökmeyi, savaşları meşrulaştıran o doymak bilmez bencilliğin bastırdığı adalet isteği bugün zamanımızın ruhu olarak ortaya çıkıyor.

Tahrir Meydanı’na halkı toplayan da odur.
Ne yalnızca, ekmek, iş; ne yalnızca dinsel saikler; ne de fizikî baskılar, ne gelecek kaygısı... Hepsi de var ama hepsini birleştirip ortaya değişim ivmesi çıkaran ve görünür, elle tutulur olmayan harekete geçirici güç kanımca adalet ve özgürlük isteğidir.
Görüyoruz. Tahrir Meydanı’nda isyan ateşi yakanlar zenginiyle, fakiriyle, genciyle yaşlısıyla, kadını erkeğiyle, okumuşu okumamışıyla, çok renkli, çok çeşitli, çok farklı ama birleşik bir topluluk. Yani halk.
Karşımızda sahici bir halk hareketi var.
O kadar ki, Hıristiyan topluluklarına, Kıptilere yönelik provokatif saldırılara Müslümanlar karşı çıktılar; Müslümanlar 4 şubat günü Tahrir Meydanı’na yürümek için Cuma namazı kılarken ise dışarıda onların güvenliğini Hıristiyanlar aldı.

Göz yaşartıcı, gelecek için umut verici bir tablo.

Ve Kıbrıs.
Bir başka adalet ve özgürlük isteği de orada tutuşmak üzere. Kıbrıs’ı, KKTC’yi az çok bilenler –ki kendimi de onlar arasında sayabilirim- gelmekte olanı hissedebilirler. Başbakan, AK Parti hükümeti protestoları hafife almakla çok yanılıyor.
Başlangıçta hükümetin Kıbrıs sorununu çözmeyi samimiyetle istediğine kuşku duymuyorum ama tıpkı Kürt meselesinde olduğu gibi burada da frene bastı. AB süreciyle bağlı baktı meseleye. Her iki meselede de AKP içinde milliyetçi damar olumsuz rol oynadı. CTP’nin hükümeti kaybetmesinde kendilerinin yanlışları yanında AKP’nin yanlışları ve özellikle Cemil Çiçek’in etkisinin önemli olduğunu düşünüyorum. Şimdi değil Kıbrıs’taki son seçimler sırasında orada edinmiştim o izlenimimi.
Başbakan’ın son açıklamasında bir yandan şehitler, gaziler hamasetiyle meseleye yaklaşması öte yandan Kıbrıs halkı için hem haksız, hem incitici “sizi biz doyuruyoruz” ifadesiyle geçmişteki olumlu politikalarıyla şimdi arasına çok ciddi mesafe koymuş oldu. Bu kırılmanın tamiri hiç de kolay olmayacak. Başbakan KKTC’deki sempatisini kendi eliyle çizmiştir.

Bu yaklaşım tarzı politik olarak yanlış olduğu kadar adil de değildir. Türkiye’nin Adaya, KKTC’ye para döktüğü doğrudur. Ama bunu oradaki halka yardım için yapmadı hükümetler. Bütün dünya Türkiye’yi Ada’da “işgalci” görüyor, bu nedenle KKTC’yi tanımıyor. O dökülen paraların KKTC’yi suni teneffüsle yaşatma çabası olduğunu bilmeyen mi var? Şimdi faturayı Kıbrıs halkına çıkarmak hiç de adil değildir. Üstelik öteden beri bu para musluğunun KKTC’de iç siyasetin kontrol musluğu da olduğunu herkes bilmekte.
Ya eski Dışişleri Bakanı Soysal gibi açıkça “Kıbrıs Türkiye’nindir” diyeceksiniz, oradaki askerî varlığınızdan hiç rahatsız olmayacaksınız ya da eşit haklı, iki toplumlu, federatif bağımsız Kıbrıs gerçeğini kabul edeceksiniz ve “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” diyeceksiniz.
Başbakan’a sempati besleyen Arap halklarının dahi Kıbrıs’ın bağımsızlığının yanında olduğu unutulmamalı. Kıbrıs halkının protestolarının bu sempatiye gölge düşüreceğini Başbakan’ın göremeyişi hayret vericidir.

Pınar Selek ve Hrant için adalet arayanlar da hafta başı ayakta olacaklar.

Pinpon toplarını suyun dibine itme çabası nafile bir çaba. Adalet ve özgürlük talepleri dünyanın her köşesinde yükselecek.

Tahrir Meydanı bu ateşi yaktı bir kere.

nabi.y@superonline.com

Hiç yorum yok: