23 Şubat 2011 Çarşamba

Eser KARAKAŞ - Atatürkçülüğün karşıtı islamcılık değildir




2011 Türkiye’si artık bazı kavramların netleşmesi gereken bir ülke, bir tarih.
Bir biçimde bizim bu “güzel ve yalnız ülkemizde” tartışılan kavramların başında da atatürkçülük, islamcılık, avrupacılık gibi kavramlar geliyor.
Ve bu kavramlar, doğal olarak, belirli bir karşıtlık içinde sunuluyorlar.
Ve temel karşıtlık da atatürkçülük ve islamcılık olarak gösteriliyor.
Belirli bir yere kadar da doğru.
Ama sadece belirli bir yere kadar.
Türkiye’deki tartışmaları yakından izler, egemenlerin, egemen kurumların söylemlerini iyi analiz ederseniz başka bir şey daha görüyorsunuz.
Ve gördüğünüz muhtemelen klasik atatürkçülük-islamcılık karşıtlığından da başka bir şey.
Mesela son günlerin en sıcak konusunu, yargı reformunu düşünelim.
Ve bu reform kavgası üzerinden yargının son on senedir verdiği kararların ruhunu görmeye çalışalım.
Bu kararların ruhunun özü, Atatürk milliyetçiliği, Atatürk ilke ve inkılapları gibi kavramlar üzerinden kapalı toplumu korumak, güçlendirmek rüyasıdır.
Ve bu amacın daha da meşrulaştırılması, teknik bir ruhbilim tabiriyle süblimasyonu için islamcılık kavramı kullanılmaktadır.
Ama işin özünde en korktukları şey islamcılık değil, açık toplumdur, AB üyeliğidir, avrupacılıktır.
Anayasanın amir hükmüne rağmen yüksek yargının kararlarında ısrarla 90. maddeyi görmezden gelmesinin temel nedeni de budur.  
Yukarıdaki satırlardan yüksek yargı, yargı kavramlarını çıkarın, yerine ordu ya da TSK’yı koyun, analizin özünün pek değişmeyeceğini göreceksiniz.
Bu iki anayasal kurum, eski bir hukuk tabiriyle, renksiz, kokusuz kamu hizmeti üretmekle mükellef iki kurum, islamcılık karşıtlığı postunda açık toplumla mücadele etmektedirler.
Türkiye’nin temel karşıtlığı atatürkçülük-islamcılık değildir.
Temel karşıtlık açık toplum-kapalı toplum karşıtlığı, mücadelesidir.
Ve bu mücadelenin hangi görünümler altında sürdürüldüğü de pek önemli değildir.
Önemli olan, kimin, hangi kurumun hangi doğrultuda pozisyon aldığıdır.
Yaptıklarının, önerilerinin hangi temel doğrultuya hizmet ettiğidir.
TSK’nın 2003 senesinde hiyerarşik bile olamayan bir kalkışma içine düşmüş olmasının sizce temel nedeni islamcılık korkusu mu, yoksa AB üzerinden açık toplum korkusu mudur?
Aynı dönemlerde Danıştay’ın, Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin kararlar doğrultusunun temel yönelimi sizce açık toplum mudur, kapalı toplum mudur?
Bu da bir ölçüye kadar rasyoneldir, zira kapalı toplum hakkedilmemiş parasal, mevkisel rant demektir.
Kimsenin bu rant dünyasından sessizce çekilmesi de beklenmemelidir.

Hiç yorum yok: