23 Şubat 2011 Çarşamba

Ahmet Altan - Zor zamanlar

KUM SAATİ 15.02.2011
Ahmet Altan

Bir ülkeyi yönetmek zor iştir.
Toplumun karmaşık yapısından yükselen ve birbiriyle çelişen talepleri karşılayacaksın, ekonomiyi büyüteceksin, gelir dağılımının adaletsiz olmasını engelleyeceksin, sağlık ve eğitim hizmetlerinin kalitesini yükselteceksin, iletişimi ve ulaşımı dünya standartlarında tutacaksın, yatırımları yapacaksın, vergileri toplayacaksın, asayişi sağlayacaksın, yolsuzlukları önleyeceksin...
Bütün bunları belli bir uyum içinde gerçekleştirmek ciddi bir yetenek ve birikim gerektirir.
Bir de, düşünün, bütün bunları bizimki gibi bir ülkede gerçekleştirirken, “rejimle” ilgili çok büyük sorunları da çözeceksin.
Askerî vesayeti bitireceksin, Kürt sorununu eşit ve kalıcı bir çözüme kavuşturacaksın, Alevilerin dertlerine derman olacaksın, Kıbrıs meselesini aşacaksın, Avrupa Birliği’nin yaşam kalitesini ülkeye getirip, Avrupa ölçülerinde bir demokrasi yerleştireceksin.
AKP, “rejim sorunu” olmayan sıradan bir ülke için bence mükemmel bir iktidar.
Ama mesele “rejim sorunlarına” gelince iktidar zorlanıyor.
Dün Neşe Düzel’in Berat Özipek’le yaptığı muhteşem konuşmayı bence AKP yöneticileri ve teşkilatı kesip başuçlarına asmalı ve her sabah bir kez daha okumalı.
Belki kendilerinin bile farkına varmadığı ya da başkalarının görmediğini sandığı bir kurnazlığı Özipek AKP’nin yüzüne çarpıyor.
Rejimin çarpıklığından kaynaklanan büyük sorunları çözmek “mecburiyetinde” olduğumuz günlerden geçiyoruz.
Çünkü toplumun “rejimle” hesaplaşması başladı ama sonuçlanmadı, bu aşamadaki her gecikme, sorunları daha da büyütecek, bütün ülkeyi ciddi bir belaya sürükleyecek potansiyeli de içinde taşıyor.
Balyoz davasında otuzu muvazzaf general 163 kişiyi tutukladıktan sonra Genelkurmay Başkanı’nın acilen Başbakan’ı ziyaret ettiği ve büyük bir ihtimalle “rahatsızlıklarını” dile getirdiği bir ülkede kimsenin “oyalanma” lüksü yok.
Bu noktada ya “rejimi değiştirecek” keskin adımları atacaksınız ya da rejim sizi “yemek” için kıpırdanacak.
PKK’nın “ateşkes” ilan ederek barışa önemli bir imkân tanıdığı bir dönemde, barışın gereklerini yerine getirmemek de başka büyük bir sorunu yeniden kanlı bir savaşa dönüştürebilecek.
Peki, böyle bir dönemde AKP ne yapıyor?
Saçma sapan tartışmalarla oyalanıyor, gündemi, heykelle, diziyle, içkiyle dolduruyor ve hem kendine, hem de taraftarlarına, bunu “muhafazakâr taban” istediği için yaptığını söylüyor.

“Muhafazakârlar” üstüne büyük bir araştırma yapıp kitap yazmış, bütün Anadolu’yu dolaşmış bir akademisyen olan Özipek ise çok açıkça söylüyor:

“Muhafazakârların istediği bu değil, AKP kendi korkularını muhafazakârlara giydiriyor.”
Sorunları çözmekten korkan AKP.
Ama “çözmemesinin” kabahatini muhafazakârların tutuculuğuna atıyor.
Özipek de, “tutucu olan AKP’nin yönetimi, muhafazakârlar değil,” diyor.
Elbette ben Özipek gibi bu konunun uzmanı değilim ama Anadolu’da dolaştığımda, “muhafazakârlarla” konuştuğumda edindiğim izlenimler aynen Özipek’in anlattıklarına denk düşüyor.
Anadolu, değişim istiyor, barış istiyor, dünyaya açılmak istiyor, demokrasi istiyor ve bütün bunları, kendini, canını, malını güvenceye almak için istiyor.
Özipek, “muhafazakârların mallarına el konacağından korktuğunu” söylüyor, bizim devletin böyle “el koymak” gibi bir alışkanlığı ve geleneği var gerçekten.
Anadolu’nun bu büyük korkusuyla, AKP’nin manasız tartışmalarını yan yana koyduğunuzda, rejimin sorunlarını çözmekten çekinen, oyalanan, gereksiz gerginliklerle asıl sorunları saklamaya kalkanın AKP yönetimi olduğunu görüyorsunuz.
AKP, hem sorunları çözmekten korktuğu, hem bu sorunlar onun kapasitesini epeyce aştığı, hem de kendi içinde “rejim yanlıları” olduğu için “gerçek çözümlerden” kaçmaya, askerî vesayete taviz vermeye, barış için gerekli adımları ertelemeye çabalıyor.
Bence büyük bir hata yapıyor.
Arkasında “değişim ve demokrasi” isteyen büyük bir destek var, referandumda “çözüm” için bu halkın yüzde 58’i “evet” dedi.
Buna rağmen bir tek ciddi adım atamıyorsa, bunun suçlusu “muhafazakârlar” değil, bizzat AKP yönetiminin kendisi.
AKP, kimsenin geri adım atma lüksünün olmadığını anlamazsa, bu ülkeye çok zaman kaybettirecek ve kendi geleceğini de tehlikeye atacak.
Bu halk referandumda “değişim istiyorum” diye bağırdı, bir yönetim bu sesi duymayacak kadar sağırlaşırsa, alarm zillerinin sesini de duyamaz.
Şu anda da duymuyor zaten.
Onun için kulağı duyan herkes, AKP’ye “sen de kulaklarını aç” diye sesleniyor.

ahmetaltan111@gmail.com

Hiç yorum yok: