30 Kasım 2010 Salı

Eser KARAKAŞ - AK Parti’nin siyasi ‘stop and go’ politikası

ekarakas@stargazete.com


Stop and go”, malum, ingilizce “dur ve yürü” demek.

Bu tabir eski yıllarda demokrasilerde iktisat politikaları bağlamında kullanılan bir tabir idi.

Ben bu yazıda kavramı siyasi anlamda kullanacağım ama önce kavrama yönelik kısa bir açıklama.

Dört senelik parlamento dönemlerinde siyasal iktidarlar ilk iki seneyi daha muhafazakar (iktisadi anlamda) politikalarla yani sıkı bütçe politikaları, sıkı para politikaları, anti-enflasyonist politikalarla geçirmeyi tercih ederler, bütçelerinde ve para arzında bir manevra marjı sağlarlar, seçimlere giden son iki senede de hem bütçe politikalarını, hem para politikalarını gevşetirler, gelirler politikasına ağırlık verirler, özel kesim istihdamı kıpırdar, devlete memur alımları hızlanır, iktidar partisi de böylece ilk iki senede biriktirdiğini son iki senede harcayarak sandığa avantajlı gitmek ister.

Son senelerde ekonomi alanında bu politkalara yine yönelinmiyor değil ama bir dizi küresel nedenden eskisi kadar zahmetsiz ve maliyetsiz olmuyor.

Ancak, yukarıda da belirttiğim gibi, ben bu kavramı bu yazıda AK Parti’nin siyasetine yönelik kullanmak istiyorum.

AK Parti de bir anlamda siyasi bir “stop and go” politikası uyguluyor ama bendeniz bu politikanın mantığını anlayabilmiş değilim.

Türkiye 2007 seçimlerine çok gergin bir ortamda girdi; 27 Nisan rezaleti, 367 garabeti en popüler örnekler.

Ve AK Parti seçimlerden yüzde 47 gibi çok yüksek bir oy oranıyla çıktı.

Seçim gecesi de çok olumlu bir balkon konuşması yapıldı, bir detant, yumuşama ortamı yakalandı.

23 Temmuz sabahı Türkiye’yi bekleyen, başta yeni bir anayasa, AB reformları olmak üzere bir dizi mesele vardı.

İşin en olumlu yanı da Türkiye’de bu reformların yapılmasını sağlayacak bir siyasal güven, özgüven ortamının varlığı idi.

Ancak, hepimiz çok iyi biliyoruz, AK Parti bir siyasi “stop” politikasını tercih etti, yüzde 47’nin yarattığı o çok olumlu, heyecan verici hava dağıldı.

“Tabiat boşluk kabul etmez” derler, galiba aynı şekilde siyaset de boşluk kabul etmiyor, devreye, boşluğu doldurmak için kapatma davası girdi ve AK Parti çok daha fena kilitlendi.

Geçmişe yönelik bir tarihsel iddia değil ama benim güçlü kanaatim, şayet AK Parti 23 Temmuz sabahından itibaren AB referanslı çok radikal bir reform sürecini devreye soksa idi, kapatma davası açmaya kimse cüret edemez idi.

Türkiye’nin ve AK Parti’nin eline güçlü bir yeni fırsat da 12 Eylül referandumu sonrası geçti.

Tam da siyasi anlamda “go” politikalarına yönelinmesi, yani radikal ve evrensel hukuk devleti, AB referanslı reformlara yönelinmesi gereken bir dönemde, üstelik arkaya yüzde 58’in rüzgarı alınmış iken, yine siyasi “stop” politikasının devreye girdiği izlenimi bende hakim.

Tam da rüzgarlar yelkenleri doldurur iken siyaseten durmanın mantığını doğrusu anlamakta zorlanıyorum.

22 Temmuz 2007’de ve 12 Eylül 2010’da rüzgarlar, başka bir partiye nasip olamayacak kadar güçlü ve olumlu esti; ancak, bu rüzgarların doğru kullanıldığı kanısında pek değilim.

Bu seçim döneminden akılda kalacak üç çok önemli ve olumlu gelişme sivil-asker ilişkilerinin de facto normalleşmesi (anayasal adım pek gündemde değil, kısmi anayasa değişikliği ve global kirizin az hasarla atlatılması.

Bu rüzgarlarla, başta AB reformları, yapısal reformlar ve kapsamlı bir anayasa değişikliği olmak üzere, çok daha iyisi yapılabilir idi diye düşünüyorum.

AK Parti’nin siyasi sloganı “go and go” olmalı.

Böylece hem demokrasi düşmanları pek kafalarını kaldıramaz hem de siyaseten “go and go” diyen bir ülkede ekonomik büyüme daha hızlı olur.

Hiç yorum yok: