TÜRKİYE'NİN HALLERİ 06.11.2010
CHP’nin içine girdiği değişim süreci herhalde bazı adların değişmesinden ibaret kalmayacaktır. Ama bazılarının umduğu gibi CHP’nin “sosyalist” bir parti olması gibi bir sonuç da üretmeyecektir. Ne var ki, bunun böyle olduğunu iddia edecekler çıkacaktır, çünkü öyleleri CHP’nin gerçek sola karşı bir dalgakıran işlevi görmesini ister.
Kemalizm değil ama Kemalistler arasında görüş ayrılıkları büyüdü. Hayat böyle bir şey zaten. En monolitik, en esnemez ideolojiler bile değişen koşullar karşısında değişmeye zorlanıyor. Aslında Kemalizm böyle katı kurallara dayalı bir öğreti de değildi. Atatürk’ün kendisi de, “doktrin yaparsak donarız” diyebiliyordu. Ama öğretiler yalnız kendi içerdikleri dogmalar yüzünden donmaz; dogmatik kafalı taraftarlar “öğreti dondurmak”ta daha etkili olurlar.
Kemalizm de sonuç olarak ünlü “altıok”la özetlenebilecek, ama olan oklardan çok olmayan iki okla açıklanacak bir öğretidir. Olmayan iki “ok”tan birincisi “Batılılaşmak”tır ki, hepsinin nihai anlamını o tayin eder; ikincisiyse “demokrasi”dir ve onun eksikliği, projenin ne gibi yöntemlerle gerçekleştirileceğini anlatmaktadır.
1980’lerde, Kenan Evren ve arkadaşlarının elinde, Batıcılığın ideolojisi olan Kemalizm bir Batı düşmanlığı ideolojisine dönüştü. Yani Kemalistler (çünkü Evren ve arkadaşlarının Kemalist olmadığı herhalde iddia edilemez) Kemalizm’i olduğunun tam tersine döndürmeyi başardılar. Bu dönüştürmenin temel nedeni de “altı ok” arasında bulunmayan “demokrasi”ydi. 12 Eylül yıllarında Batı bizi eleştiriyordu. Eleştiri nedeni Evren rejiminin demokrasinin üstünde tepinmesiydi. “Bunu onaylamamız mümkün değil” diyorlardı. “Asmayalım da besleyelim mi?” türünde cümleler kurarak konuşan bir adamın rejimini elbette onaylayamazlardı.
Bu söz düellosu devam ettikçe, yaptıklarının memleket için en iyisi olduğundan şüphesi olmayan Evren ve onun gibi düşünen Türk milliyetçileri (Yani Atatürkçüler) altı ok arasında sözü geçmeyen “Batı”yı defterlerinden iyice sildiler. Onlar zaten Batı’ya hınçla karışık bir hayranlık duymuşlar ve Batı’yı yenebilecek güç kazanmak için Batılı olma ihtiyacını duymuşlardı. (Meici rejiminde Japonya gibi). Bu işler olurken, Ata’larının kitabında “demokrasi” yazmamasının hikmetini de daha iyi anlamışlardı. Örneğin 27 Mayıs Kemalistleri için “demokrasi” kelimesinin çağrışımları iyiydi hâlâ, istenir şeyler anlatıyordu. Daha sonrakiler (tabii biraz da Türkiye’de demokrasinin ne şekillere girdiğini görerek) bu bakış tarzını radikal bir biçimde değiştirdiler.
Dün CHP’de bu kavgaların kişisel olmadığını, Türkiye’nin geçirdiği değişimin (ve değişimin değişmez yol arkadaşı olan “sancılar”ın) ürünü olduğunu yazmıştım. Türkiye bugün yeniden, ama tarihinde hiç olmamış bir “yeni birikim”le, demokratikleşme sürecinin eşiğine gelip dayanmış, hattâ yanılmıyorsam eşiğin ilerisine geçen birkaç adım daha atmış durumda. Bunu istemeyen ve gidişi durdurmaya çalışanların sayısı da, etkileme gücü de habire azalıyor. Bu bakımdan CHP’de birkaç gündür olanlar anlatmaya çalıştığım sürecin laboratuar deneyi gibi bir şey. Bakın, Önder Sav’ın “durdurma” çabaları nesnel koşullar karşısında pek sonuç vermiyor, mahkeme listeyi onaylarken kurultay isteyenler imzalarını geri çekmeye başlıyor vb. Bu, Türkiye’nin genel sürecinin daha küçük ölçekte bir “demo”su gibi.
Ama bunun çerçevesi konusunda gerçekçi olmak gerek. Bu itişme, Kemalizm’i içinde hiçbir zaman “demokrasi”ye yer olmayacak, bilenlerin bilmeyenleri yönetmesi için yapılmış bir ideoloji olarak benimseyenlerle “değişen dünyada şunun içine biraz da demokrasi koymamızın bir sakıncası olmaz” diyenler arasında bir mücadele. Buradan “sol” adına bir şey çıkması mümkün değil.
Gerekli de değil. İçinde “demokrasi”ye yer olmayan “merkez” partiden içinde “demokrasi”ye bir miktar yer olan “merkez” partiye geçiş de az şey değil. Bu ülkede “merkez”in de değişmeye başlamasının işareti.
Bunun bir “imkân” aşamasının ötesine geçip “gerçek” olması, Türkiye’nin şu dönemde her şeyden fazla ihtiyaç duyduğu “toplumsal uzlaşma” için de bir fırsat yaratırsa ne âlâ!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder