4 Ekim 2010 Pazartesi

Ahmet Altan - Korkuyorlarmış

KUM SAATİ 25.09.2010


Ahmet Altan

Korkuyorlarmış



Televizyonlarda dinliyorum bazen, sık sık da gazete sütunlarında okuyorum.

Gazetecilerin üstünde çok baskı varmış, korkuyorlarmış, yazamıyorlarmış.

Sanırım bizim gazetede çalışan kim varsa bunları duyup okuduğunda yüzünde aynı ifade beliriyor.

Alaycı bir gülümseme.

Bu gazeteciler nasıl bir baskı altındalar acaba?

Başlarında ne tür bir dert var?

Ardı ardına haklarında mahkemeler mi açılıyor?

Davalardan başlarını mı kaldıramıyorlar?

Yoksa onların bellerini bükecek tazminat davaları tek celsede karara mı bağlanıyor?

Nedir bu çocukların üstündeki baskı, nedir o çok yakındıkları sivil dikta gölgesi?

Bizim gazetede kravat takan pek kimse yoktur.

Ama bazen bir bakarsınız gazetenin içinde kravatlıların sayısı artar.

O günler bizim mahkeme günlerimizdir.

Galiba dün rekoru zorladık.

Kadıköy Adliye’sinde Taraf çalışanları aleyhine açılan tam kırk dört dava görüldü.

Tek bir günde kırk dört dava.

Hepimiz sırayla gittik.

Bizim Burhan, “mahkeme gazeteye gelse aslında daha kolay olurdu” dedi.

Benim payıma beş dava düştü, Yasemin Çongar tek davayla geçirdi günü.

Davalar da evlere şenlik.

Savcının yazıları bile okuduğunu sanmıyorum.

Çongar için açılan “gizliliği ihlal” davasına konu olan yazıda Türkiye’deki herhangi bir olayla ilgili bir bilgi yoktu mesela, Avrupa’daki davalardan örnek vermişti.

Almanya’da davalara nasıl bakıldığını anlatan bir yazının “gizliliği ihlalden” yargılanmasını istiyor savcı.

Savcımız böyle bir savcı.

Sanırım özel olarak bulunup getirtilmiş görevinin başına.

Almanya’daki davaları anlatmanın Türkiye’deki davaların “gizliliğini ihlal “ettiğini düşünüyor.

Hukuk diye buna demezsiniz de neye dersiniz?

Benim davalarımdan biri de, o savcıyı buraya atayan Hâkimler ve Yüksek Savcılar Kurulu’na hakaretten açılmıştı.

Yazıda, bu kurulun yapısının anayasayla değiştirilmesine karşı çıkanları eleştiriyorum, savcı HSYK’nın yapısının değiştirilmesine karşı çıkanları eleştirmeyi HSYK’ya “hakaret” olarak değerlendirip dava açıyor.

Zaten içinde HSYK lafı geçen her yazı hakkında içinde ne yazıldığına bakmadan dava açıyor bu savcı.

Tabii bir de HSYK’nın bizim gazete aleyhine bizzat kendisinin açtığı tazminat davaları var.

Herkes, davaların uzamasından yakınır bu ülkede, biz hızından şikâyetçiyiz.

Çünkü tek celsede, bizi çökertecek meblağlara mahkûm oluyoruz.

İkinci bir celseyi bile beklemeden basıyorlar cezayı.

Hukuk bizim için bütün hızıyla işliyor.

HSYK’nın daha H’sini söylerken cezayı yemiş oluyoruz.

Adalet bizim için böyle tecelli ediyor.

Bizim savcı bir de bilirkişiler buluyor nerden buluyorsa.

Savcı ne derse bizim bilirkişi de onu tekrarlıyor, öyle muhteşem bir uyum var aralarında.

Bir de “gizliliği ihlal” davalarımız var.

Çoktan yazılıp çizilmiş konularda biz yazınca gizliliği ihlal etmiş oluyoruz.

Hele bir tanesinde “Koç müzesinde çocukları öldürme planı” hakkında yazdığım bir yazıdan yargılanıyorum, adamların planları yakalanmış, planlarda söylenen yerde bomba bulunmuş, ben “çocukları öldüreceklerdi” diye yazmışım ve savcı çocukların öldürülmesine karşı çıktığım için “gizliliği ihlalden” dava açmış.

Çocuk öldürme planının gizliliği mi olur?

Kamu yararı diye bir kavram yok mu hukukta?

“Bin defa aynı konu gelse bin defa yazarım” dedim mahkemede, “çocukların öldürmesini engellemeye çalıştığım için beni yargılayacaksanız ben mahkûm olmaya hazırım, Türkiye’de bunun için hapse atılıyorsa insanlar ben hapse girerim, o yazıları da yazarım.”

Para cezalarını tek celsede biz yiyoruz, öbek öbek gidip biz yargılanıyoruz.

Korkmaya gelince öbür gazetedekiler korkuyor.

Siz niye korkuyorsunuz?

O kadar korkuyorsanız gelin bizim çocuklarla birlikte birkaç gün çalışın.

Hem parasızlığa alışırsınız, hem de mahkemelere gitmeye.

Üstelik öyle “baskı var, çok korkuyoruz” diye yazmanın gülünçlüğünü de fark edersiniz.

Bu ülkede bir dikta var elbette ama o sizin sandığınız dikta değil.

O başka bir dikta, ne olduğunu da biz kravatlarımızı taktığımız her gün bir kez daha görüyoruz.

Hiç yorum yok: