5 Ekim 2010 Salı

Tartışmaya dair...

aliseydi abi sen 26 eylülde güzel bir yazı yazmışsın agzına sağlık ama bende bir konuya deyinmek istiyorum abi evet önce türkülerimizi çaldılar sonra koltuğumuzu az bi zaman sonrada asimileye zorlanacağımız günlerde yakınır. (1)hani bizim kendini solcu demokrat diye adlandırılanlar varya 12 eylül intikamı alamaya çalışanlar evet dedilerya onlar bombanın fünyesini çektiler haberleri yok(Referandumda “evet” diyen ve kendini solcu ve demokrat diyenlerin, aşağıda da ifade ettiğiniz gibi: “bunlar gaflet ve delalet içinde” olduklarını söylüyorsunuz. ).ama son bir şans yani genel seçimler ha keza o seçimdede farklı birşey olamayacak ama dedimya son bir şans son bir umut .birşey daha kürt türk alevi sünni laz çerkez bu vatan için kurtuluş savaşında beraber savaşmadılarmı . (2)ama bunlar emperyalizmin oyunları,bu oyunlar TÜRKÜYE CUMHURİYETİ gibi büyük bir devleti kimsenin oyunları yıkamazlar yıkamayacaklar(Bu cümleden anladığım, içerdeki sorunların kaynağının dıiarıdan kaynaklandığını söylüyorsunuz. ) ama bir şey daha var bunlar gaflet ve delalet içinde devlet işte (3)burda cumhuriyetin bekçileri hüviyetinde T.C yazan herkese görev düşmektedir(Yazdıklarınızın en önemli cümlesi yada zurnanın zırt dediği nokta burası.).abi tekrar teşekkür eder yazılarının devamını beklerim.
                                                    ***

(3)burda cumhuriyetin bekçileri hüviyetinde T.C yazan herkese görev düşmektedir(Yazdıklarınızın en önemli cümlesi yada zurnanın zırt dediği nokta burası.)






Cumhuriyet tanımı, farklı farklı yapılıyor. Önce altını çizerek belirtmek istiyorum: Bizim Cumhuriyetimiz, bundan bütün sistem kastediliyorsa burada, kısmi hakların ve hukukun olduğu, devlet ile yurttaş arasındaki ilişkide devletin yetkilerinin ve yurttaşın görev ve hizmetlerinin, bireyin temel insan hak ve hürriyetleri karşısında öncelikli olduğu otoriter bir yapılanmadır. Yani çağdaş demokrasilerin gerisinde bir sistemdir.






İsmi bir kısım solcu da alerji yarattığı için belirtmiyorum ve sizin “gaflet ve dalalet içinde” dediğiniz ‘evet’ demiş yazarlardan biri:”Burası sarayı olmayan bir tür padişahlıktır,”der. Ankara’da bir parlamento ve içinde milletvekili olarak anılan görevliler var; fakat parlamento halka vaat ettikleri yasaları çıkaramıyor ve demokratik açılımları gerçekleştiremiyor ve milletvekilleri(siyasi partiler kanununun gereği) halkın, oyunu aldıkları çevrenin değil, parti genel başkanlarının vekili olmak zorunda kalıyor.







Sayısız örnek verilebilir, bir tanesi: Sivas / Madımak Katliamı… Ankara’da bulan bir parlamento ve hükümet var; fakat 6-7 saat infial halinde kalabalık dağıtılamıyor ve sonunda katliam için önü açılıyor. Hükümetin gücü bu kalabalığın dağıtılmasına yetmiyor. Hükümetten daha güçlü bir hükümet, görünmeyen bir padişah ve mütevelli heyetinin eğemem olduğu bir güç, sistem var bu ülkede.




Bunlar Cumhuriyetin bekçileri olduğunu iddiası ile “demokratik, laik ve dünya ölçeğinde bir hukuka” sahip olmayan sistemin muhafazası için nice insan hakları ihlalleri yapıtladır. Bu gibi nedenlerden dolayı bende “Cumhuriyetin Bekçileri” ibaresine ihtiyatla yaklaşıyorum.




Cumhuriyeti, medeni dünyanın kabul ettiği standartlarda demokratlaştırmak, laikleştirmek ve hukuk devleti haline getirilmesinden bahsedenleri, “bu bekçiler”: bölücülükle, irticacılıkla ve vatan hainliği ile suçlayarak statükoyu muhafaza etmeye çalışıyorlar… yani, damardan giriyorlar…




Cumhuriyetin Bekçileri, şu örnekten dolayı beni de suçlayabilirler. Segin Tanrıkulu, Diyarbakır Barosu Başkanıdır.




“SEZGİN TANRIKULU: 24 Eylül 1996’da, Diyarbakır’da yakın tarihin en büyük katliamı yapıldı. Bugün bu katliamın 15’inci yılı. Tam 15 yıl önce, Diyarbakır Cezaevi’nde 33 tutuklu, yüzlerce asker ve polis tarafından cezaevinin bir koridorunda demir parmaklıklar arasında vahşice sıkıştırıldı ve on kişi öldü, 23 kişi ağır yaralandı. Bu dava hâlâ sonuçlandırılmadı. “ Devamını görmek için tıklayınız…




Bu davayı Avukat AİHM’sine götürüyor ve AİHM’de Türkiye’yi yaklaşık 800,00 EURO tazminata mahkûm ediyor. Bu tazminatlar Genel Bütçeden karşılanıyor, yani senin benim vergimle. Ben bu tür cinayetlerin taraftarı değil, hatta bu gibi olayları kınıyorum ve benim vergilerimle, Devletin bu yanlış tutumunun bedelinin ödenmesini onaylamıyorum ve ben ‘medeni dünyada’ Cumhuriyetimizin AİHM’sinde Rusya’dan sonra ikinci olarak insan hakları ihlali yapılan, hatta devletin karıştığı insan hakları ihlalleri ile anılmasını istemiyorum ve bu duruma üzülüyorum.




Ben asıl böylesi bir sistemi savunmanın kimilerince “Cumhuriyet Bekçiliği” olarak algılanmasını “gaflet ve delalet” olarak görüyorum.(Tabii, siz böylesiniz demiyorum.)


Yazılarımı okuyanlar çekingen bir dil kullandığımı fark ederler. Çünkü aynı zamanda düşünce özgürlüğünün de oldukça kısıtlı olduğu bir ülke burası. Taraf Gazetesi, Kadıköy Adliyesinde bir günde 44 düşünce suçundan ifade verdi. Star gazetesi yazarı Şamil TAYYAR’ın 50 ay kesinleşmiş cezası var ve aynı zamanda 100 yıla yakın özgürlüğü kısıtlayıcı mahkûmiyet istenen çeşitli yazılarından dolayı davası devam etmekte.




İşte bu yüzden işi biraz yavaştan alıyor, “ben değil o diyor,” şeklinde bir dil kullanmaya özende gösteriyorum…





Not: Her düşünce suçuna mahkemeler 24 aydan kısa sureli mahkûmiyet veriyor. 24 Aydan kısa süreli mahkûmiyetler ise kimi zaman para cezasına çevriliyor, kimi zamansa suç 5 yıl içinde tekrar edilirse, bu kararın uygulanacağı sözlü olarak hâkim tarafından sanığa okunuyor ve yazılı gerekçeli karar açıklanmıyor.






Yazılı gerekçeli karar açıklanmadığı sürece de sanık, Yargıtay’a ve AİHM’sine baş vuramıyor.

Hiç yorum yok: