KUM SAATİ 02.10.2010
Ahmet Altan
Siyaset
Kafalarında bir halk var, bu halk çok “tutucu ve Atatürkçü”, Atatürk ne dediyse aynen o olsun istiyor ve hiçbir değişiklikten hoşlanmıyor.
Bana bu tarif bizim halktan çok “merkez medyaya” uyuyormuş gibi gözüküyor.
Acaba bizim politikacılar merkez medyada yazılanları halkın görüşleri mi sanıyor?
Bizim halk bu kadar “tutucu” da neden hep ANAP gibi, AKP gibi “değişim” diyen partiler seçim kazanıyor?
Neden ANAP gibi “yıkılmaz” görünen bir parti, “değişimden” kopup “tutucu” olduğunda tarihten silinip gidiyor?
Halk o kadar Atatürkçü de neden “Atatürkçülerin şahı olan” CHP bir türlü iktidara gelemiyor?
Halk o kadar Atatürkçü de neden Atatürkçüler bu halktan böylesine korkuyor ve onu aşağılıyor?
Ben bu gazetede hapsolmadan önce arada bir Anadolu’yu dolaşırdım, hiç de öyle “1923’e takılmış, değişim düşmanı, Atatürkçü” bir halk görmedim.
Merkez medyanın yazarlarına benzeyen bir Allahın kuluna rastlamadım.
Benim gördüğüm bu tarifin çok dışında bir halktı.
“Atatürkçülük” denen “modern şekilcilikten” hiç hazzetmeyen, muhafazakâr bir yaşam biçiminden hoşlanan, Bektaşi fıkralarından korkmayan bir dindarlığa sahip, değişimden ve dünyaya açılmaktan yana, zenginleşmek isteyen, Ankara’nın askerî ve sivil bürokratlarının vesayetinden nefret eden bir halktı benim gördüğüm.
“Atatürkçü ve tutucu” medyayla tek benzerlikleri “milliyetçilikleriydi” ama bu “milliyetçiliğin” değişimin önünde bir tıkaç olarak kullanıldığını da fark etmeye başlamışlardı.
Milliyetçiliklerine bir mahcubiyet de katılmıştı.
Anayasa Mahkemesi’nin başkanı Haşim Kılıç’ın çok mantıklı ve cesur bir yaklaşımla “Anayasa’nın değişmez maddelerinin de değişebileceğini” söylemesine üç siyasi partinin karşı çıktığını görünce bir düşündüm.
Niye karşı çıkıyorlar?
Halktan korktukları için mi?
Yoksa Ankara’daki askerî ve sivil bürokratlarla “Atatürkçü tutucu” medyadan korktukları için mi?
Hadi CHP’yi anlarım.
Bu parti, son zamanlarda bir kimlik bunalımına girmiş ve “değişimcilikle tutuculuk” arasında bir yol aramaya başlamış da olsa, gövdesiyle “tutucu” bir parti, Atatürk çizgisinin milim dışına çıkılmasını, yeni bir Türkiye’nin oluşmasını, Kürtlerle eşitliği, dinin devlet denetimi dışına çıktığı gerçek bir laikliği kabul etmekte zorlanır.
Onun için onlar “Anayasa’nın değişmez maddelerine” sarılır.
MHP, bugünlerde ne yaptığını tam bilebiliyor mu, emin değilim.
Epeydir halktan uzaklaşıp devlete yaslanmış bir parti görünümünde.
Bunun bedelini de tabanını ve oylarını kaybederek ödüyor.
Siyaseti, her şeye “hayır” diyen bir fikirsizlik sandıkları sürece erimeleri de kaçınılmaz.
Peki, AKP’ye ne oluyor?
Bu halkın siyasetteki en kuvvetli temsilcisi AKP neden “hayır” diyor Kılıç’ın önerisine?
“Değişimci” olmakla övünen bir parti, Anayasa Mahkemesi başkanından bile geri kalabilir mi?
Bir ülkede siyaset kurumu, Anayasa Mahkemesi başkanından daha tutucu olabilir mi?
Bir darbe anayasasının her maddesi değişir ve değişmelidir.
Önemli olan nasıl değişeceği, bu ülkenin yapacağı tartışma da “bu değişimin” niteliği konusunda olmalı.
Ama bizim siyaset, işe “neyin değişmeyeceğini belirleyerek” başlıyor.
İlk üç madde değişmezmiş.
Sebep?
Bunun, “korkudan” başka bir sebebi yok, asker ve sivil bürokratlarla merkez medyadan korkuyorlar.
Halkın da onların peşinden gideceğini sanıyorlar.
Siyasetçiler, hâlâ bu “eski yapının” yenildiğini, halkın değişim istediğini, her şeyi yeni baştan kurmak zorunda olduğumuzu anlamıyorlar mı?
İlk “üç madde” referanduma sunulsun, “değişsin” diyeceklerin kazanacağına eminim.
Halk, siyasetçilerin tahminlerinden daha hızlı değişiyor bu ülkede, daha hızlı gelişiyor, gerçekleri daha hızlı kavrıyor ve siyaset halka ayak uydurmakta zorlanıyor.
Halktan gelen “uğultuyu” mahkeme başkanı duyuyor, siyasetçiler duymuyor.
Siyasetçilik sağırlık mı yapıyor acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder