6 Ekim 2010 Çarşamba

Eser KARAKAŞ - Yeni Anayasada laiklik (3)

ekarakas@stargazete.com

Yeni Anayasaya yönelik yurttaş önerileri yazılarıma bugün de laiklik ekseni üzerinden devam ediyorum.

Aslında kendimi alamayıp Hürriyet gazetesinde dün çıkan bir beyaz türk yazısı üzerine bir şeyler yazmak bir an için aklımdan geçmedi değil ama pireye kızıp yorgan yakmak, düzenimi bozmak da istemedim; beyaz türk kavramı şayet birilerinin kafasında dışa açıklık, medeniyet, hoşgörü, daha nitelikli bir yaşam falan anlamına geliyorsa bu daha “medenilerin (!)” hala ve hala ninemin başörtüsü mü, türban mı aptallığına takılmış olmaları gerçekten bir komedi.

Gelelim konumuz olan laiklik meselesine.

İlkokul yurttaşlık derslerinden beri öğretilen “laikliğin din-devlet ilişkilerinin ayrışması olduğu” tanımı bu düzeyde doğru ama uygulamaya bakarsanız büyük bir kuyruklu yalan.

Salı ( 5 Ekim) günü Radikal gazetesinde Prof. Ahmet İnsel’in bu konuda yazdığı harika bir yazı var; umarım konuyla şu ya da bu biçimde ilgilenen herkes bu yazıyı okur, internetten indirir ve saklar.

Devletin laik yapısının tanımı öyle muz niyetine yenecek, herkesin istediği gibi tanımlayacağı bir şey olmamalı.

Benim laiklik konusuna objektif yaklaşmak için önerim kavramı bütçe üzerinden tanımlamaktır.

Laik devlet herhangi bir inanca yönelik bütçe kaynaklı para ayıramaz.

Bugün ise Diyanet İşleri Başkanlığı, muazzam bütçesi, yine muazzam büyük personeli ile devasa bir bürokratik birim olarak karşımızdadır.

İslam inancı ya da sünni islam inancı yanında başka inaçlara da eşit ölçüde ya da orantılı olarak bütçe kaynağı ayırmak da yanlıştır zira bu durumda da mutlaka ama mutlaka kapsam dışında kalan birileri olmaktadır.

Kimse kapsam dışında kalmasa bile laik bir devletin bütçe kaynaklı inanç harcaması yapması laikliğin alfabesine aykırıdır.

Türkiye ve özellikle kemalist gelenek ilginç sonuçlar üretmiştir; bir milletvekilinin TBMM’de yaptığı bir konuşmaya “besmele” ile başlaması laikliğe aykırı görülür ama kamu bütçesinden devasa kaynakların bir inanç için ayrılmasına ses çıkarılmaz.

Kemalist laiklik yorumunda Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunun bir kontrol kurumu, tehlikeli addedilen inanç dünyasının gardiyanı olduğu malumdur ama bu gardiyana muhafazakar kesimlerin de biat etmesini anlamak gerçekten kolay değildir.

Türkiye günün birinde gerçekten laik bir devlete sahip olacak ise anayasal düzeyde yapılması gerekenler bellidir.

Mevcut Anayasa’nın 24. Maddesindeki “din ve ahlak eğitimi ve öğretimi devletin denetim ve gözetiminde yapılır” ibaresi mutlaka kaldırılmalı, din eğitim ve öğretimi sivil topluma bırakılmalıdır; bu süreçte evrensel olarak tanımlanmış kamu düzenine aykırı gelişmeler yaşanırsa devletin kolluk kuvvetleri ve yargısı da zaten bu işler için vardır.

Bir laik devlette kamu eğitm kurumlarında din ve ahlak derslerinin zorunlu olması düşünülemez; ancak sivil toplumun üreteceği din eğitimi üzerindeki yaş sınırlamaları da mutlaka kaldırılmalıdır.

1982 Anayasasının 136. Maddesinde ifadesini bulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) mevcut finansman biçimi muhtemel alternatiflerin en kötüsüdür; DİB ya tümüyle kaldırılmalı ya da finansmanı gönüllü bir yapıya kavuşturulmalıdır.

Bu arada, mesela benim yazdığım son paragrafın bir siyasal parti tarafından kullanılmasının parti kapatma nedeni sayılması (Siyasal Partiler Kanunu, madde 89) DİB’in, baskıcı devlet anlayışının en has kurumu olduğunun en bariz göstergesidir.

DİB’e kemalistlerin sahip çıkmasını anlıyorum da, gerçek dindarların bu gardiyan kurumu sahiplenmesini anlamakta çok zorlanıyorum.

Hiç yorum yok: