4 Ekim 2010 Pazartesi

Mehmet ALTAN - Bugün de o noktadayım

 mehmetaltan@stargazete.com

“Kervan yürüyor. 1987’de Turgut Özal döneminde ‘tam üyelik’ başvurusunu yapan Ali Bozer’in Fransızca açıklamaları daha dün gibi kulağımda... Özal’ın AB sürecini ‘uzun ince bir yol’ diye tanımlaması da...

1995’te Türkiye’yi ‘rekabet üreten’ bir ülke haline getiren ve derinden dönüştüren ‘Gümrük Birliği’ anlaşmasının hayatımıza girişi...

1999’da Helsinki’de ‘aday üye’ ilan edilmemiz... 17 Aralık 2004’te alınan ‘müzakerelerin’ başlama kararı...

Ve haftaya bugün, tam üyelik ‘müzakerelerinin’ başlayacak olması... Sürecin muhaliflerinin yalan dolanlarına, engellemelerine rağmen hayat gitmesi gereken yönde gidiyor.

‘Olmaz, almazlar, etmezler’ yalanlarına rağmen geniş bir zaman dilimini gözeterek sakin bir şekilde geçmişe bakarsanız, işlerin kendi rayında yürüdüğünü görüyorsunuz.

Hayatı okuyamayanlara, siyasal çıkarlar nedeniyle yalan söylemekten çekinmeyenlere anında bir yaptırım yok belki... Ama hayat, zamanın akışına direnenleri her zaman tasfiye eder. Türk insanının zenginleşmesini ve özgürleşmesini sağlayan bu sürece bugüne kadar çomak sokmak isteyen herkes, çok da uzak olmayan bir dönemde hayatın gerçekleriyle çeliştikleri için silinip gidecekler.

Aslında sorulması gereken soru şu: ‘AB süreci olmasaydı, Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları nelerden yoksun kalacaktı?’

Bunun ayrıntılı bir cevabı, değişimin de hacimli bilançosunu veriyor.

Türkiye, 1622’deki Genç Osman döneminden beri reform yapmaya çabalar durur. Bu gayret hiçbir zaman ‘üretim biçimini’ değiştirmeyi kapsamadığı için de kalıcı olmaz. 3 Ekim Türkiye’yi tamamıyla AB güvencesi içine almakla kalmayacak, 1622’den hatta Bizans’tan bu yana gerçekleştirilemeyen ‘üretim biçimi’ dönüşümünü sağlayacak. Değişimin toplumsal iskeletini oluşturacak.

Reform yapamayan, değişemeyen, ilerleyemeyen felçli yapı tuz buz olacak.

3 Ekim’i bürokratik bir tarih sananlar yanılmasın. 1995’teki Gümrük Birliği’ni kâğıt üzerinde yapılan bir antlaşma olarak yorumlayanlar bugün yanıldıklarını görüyorlar. Çünkü Gümrük Birliği rekabet üreterek, sanayinin yapısını dönüştürerek, ihracat yapısını farklılaştırarak, değer üretmekte yetersiz kalanları tasfiye ederek yüksek şiddetli bir deprem yarattı. Bunu hâlâ okuyamayanların yaşam güçlükleri ise gitgide çoğalmakta...

Gümrük Birliği’nin böylesine ciddi bir dönüşüme uğrattığı Türkiye’yi müzakere süreci hangi noktaya taşıyacak varın siz düşünün.

3 Ekim, Tanzimat’tan da, modernleşme çabalarından da çok daha köklü, demokratik, çoğulcu ve toplumu kapsayan bir dönem açacak. Tabii ki bunun çilesine, sıkıntısına, zahmetine kırılmadan, küsmeden, darılmadan sabırla katlanmamız halinde...”

***

Yukarıdaki yazıyı beş yıl önce Türkiye-AB arasındaki tam üyelik müzakerelerinin başladığı 3 Ekim günü için yazmıştım...

Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinin 20. yıldönümü olan bugün de o noktadayım.

Reform süreci ilk baştaki hızıyla devam etse, bugün tam üyelik noktasına kıl payı kalmıştı.

Neyse ki önceki gün cumhurbaşkanın TBMM’de yaptığı şu tespitler çok önemli:

“Burada, kendi yapacaklarımıza odaklanmak istiyorum. Bu süreçte karamsarlık ve yılgınlığa düşmeden yolumuza devam etmeli, ülkemiz ve milletimizin hayrına olan tüm reformları gerçekleştirmeliyiz. Sizlere tavsiyem, AB katılım süreci çerçevesinde öncelikli çıkarılması gereken yasaları, diğer yasa çalışmalarından ayrılarak daha süratli bir şekilde elbirliği ile Meclisten geçirilmesinin yollarının bulunmasıdır. Bugüne kadar yaptığımız pek çok reformun ülkemize nasıl bir dinamizm ve avantaj sağladığını en iyi sizler bilmektesiniz

Hiç yorum yok: