28 Ocak 2011 Cuma

Ahmet Altan - Böl ve yönet

KUM SAATİ 13.01.2011
Ahmet Altan

Bu yönetim tarzını İngilizlerin bulduğu söylenir.
Tam olarak kimin bulduğunu bilmiyorum ama çok sık uygulandığını ve büyük halk yığınlarının bu tuzağa çok rahat düştüğünü biliyorum.
Asırlardır uygulanan bu taktiğin amacı belli.
Kitlelerin dikkatini “yöneticilerin” üzerinden çekmek, yöneticilerin bütün insanlara aynı biçimde zulmettiğini gözlerden saklamak, o yönetimi ancak bütün “ezilenlerin” biraraya gelmesinin değiştireceğinin anlaşılmasını önlemek ve çıkarları ortak olan insanların birbirlerini “düşman” olarak görmelerini sağlamak.
İnsanlar akıllarını birbirlerine taktıklarında, birbirlerini düşman gördüklerinde, birbirlerine kuşkuyla baktıklarında, sayıları yönetilen insanlardan çok daha az olan “efendiler” hükümranlıklarını rahatça sürdürürler.
Cumhuriyet de bu yöntemi kullandı.
Birbirlerine hiç güvenmeyen, birbirlerinden handiyse nefret eden şu insanlara baksanıza.
Türkler, Kürtler, Sünniler, Aleviler.
Bütün bu insanların asıl sorunu bu ülkenin yönetim biçimi ve yöneticileri.
Ama onlar yönetimi değiştirip, herkesin özgürlüğü ortaklaşa ve eşit kullanacağı bir düzen kurmak yerine birbirlerinden nefret etmekle meşguller.
Devlet, her gruba, “diğerinin kendisine düşman olduğunu ve kötülük etmek istediğini”öğretmiş.
Sadece bu öğretiyle yetinmemiş, ajanlarını kullanarak insanları kışkırtmış, büyük kıyımlar yaşanmasına yol açmış.
Nefretin, intikam isteğinin, kuşkunun kökleşmesini sağlamış.
Bu yöntem, “yönetmeyi” kolaylaştırıyor ama toplumun içinde her an patlamaya hazır bir belayı da besleyip duruyor.
Hepimiz kanın, ölümün, acının içinde yaşıyoruz ve bir gün bütün toplumu altüst edecek büyük bir facianın patlamasından endişe diyoruz.
Kürtlerle Türklerin karşı karşıya gelmesi yetmedi.
Şimdi bir de Kürtlerle Kürtlerin çatışması ihtimali belirdi.
Bizim Güneydoğu dediğimiz Kürdistan’da geniş taraftar kitlesine sahip, silah da kullanabilen iki büyük grup var.
PKK ve Hizbullah.
Biri ırk ekseninde, diğeri din ekseninde toplanmış.
Hizbullah’ın “devlet gözetiminde palazlandığı”, jandarma karakolları yanında eğitim kampları kurduğu parlamentonun resmî raporlarına geçti.
Hizbullah’ın işlediği korkunç cinayetler, bu örgütün liderinin Beykoz’da güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldürülmesinden sonra ele geçirilen videolarla ortaya çıktı.
O çatışmadan sonra Hizbullah’ın “bölgede” silahsız bir örgüt olarak yeniden toplandığı ve silahlı çatışmalardan çekildiği söylendi.
Ama bizim “ucube” yargı sistemimizin garipliklerinin sonucunda Hizbullah’ın “cinayet sanıkları”salıverilince bu örgütün yeniden silahlanıp PKK sempatizanlarını hedef alacağı kuşkusu belirdi.
Apo’nun bu kuşkuyu çok sert bir biçimde dile getirmesi de “gerginliği” arttırdı.
BDP, görünürde KCK operasyonlarını protesto etmeyi amaçlayan ama fısıltılara bakılırsa asıl amacı Hizbullah’a karşı gövde gösterisi yapmak olan büyük bir miting düzenliyor.
Bu mitinge katılanların Hizbullahçıların bulunduğu semtlere yönelmesi halinde çatışmalar çıkabileceği söyleniyor.
Çatışmalarından çekinilen insanların tümü Kürt.
Birbirlerini öldürmeleri, birbirlerini yenmeleri, ikisinin de istediği sonucu vermez, ne Hizbullah orada“din temelli” bir yapı kurabilir, ne PKK kendi militanlarının iktidara geleceği bir Kürdistan oluşturabilir.
Çünkü “şeriatçı” bir yönetimi de, “silahlı bir milliyetçiliği” de istemeyen büyük bir Kürt kalabalığı var orada.
Onlar, herkesin dilinde, dininde, fikrinde eşit ve özgür olacağı, siyasi kararların halkın oylarıyla belirleneceği bir düzen istiyorlar.
Bölünmelerin, çatışmaların, ırklara, dinlere, mezheplere ayrılmanın sadece “yönetilenlerin” işine yaradığının farkındalar.
Yönetimi, “şiddetin” değil, asıl “sivil itaatsizliğin” ürküttüğünü ve halkın gerçek zaferini de böyle elde edeceğini biliyorlar.
Kürtlerin kendi arasındaki bir çatışma, Kürt çocuklarının ölmesine, bölgede askerî baskının artmasına, ülkenin bütününün de “büyük bir baskı” altına girmesine neden olur sadece.
Ölmek ya da öldürmek sorunları çözmüyor.
Hangi ırktan, hangi dinden, hangi mezhepten, hangi fikirden olursak olalım hepimizi insafsızca bir zorbalıkla ezen bu sistemi güçlendiriyor yalnızca.
Özgür bir ülkede, özgür insanlar olarak yaşamak istiyorsak, birbirimizi değil, bu düzeni değiştirmemiz gerekiyor.
Asıl “büyük ve kutsal” mücadeleyi de bunu anladığımızda vereceğiz.

ahmetaltan111@gmail.com

Hiç yorum yok: