KUM SAATİ 28.12.2010
Fransa’nın en büyük denemecilerinden biri olan, öğrencisi ünlü yazar André Maurois’nın Sokrat’a benzettiği Alain’in kitabını karıştırıyordum geçen gün.
Karşılıksız bir aşka düşen Don Juan’la ilgili denemesinin bir yerinde karşılaştığım cümleyle durdum.
“İnsanoğlu, karşısındakinin rızasını almak isterse kuvvetin manası kalır mı?”
Şiddet, karşındakinin “rızasına” ihtiyacın yoksa başvurabileceğin bir yöntem.
Gücünün yettiği herkesi dövebilirsin ama döverek kimseyi kendine âşık edemezsin.
Amacına öyle ulaşamazsın.
Bu, sadece aşk için geçerli değil herhalde.
Siyasette de Alain’in sözü birçok insana yol gösterebilir.
Soracağın soru çok basit.
“Karşımdakinin rızasını mı almak istiyorum yoksa onu sindirip korkutmak mı istiyorum?”
Bu soruyu özellikle bizim hükümetin seçimlere altı ay kala kendisine sık sık sorması gerekiyor.
Çünkü fazla “kuvvet ve şiddet” gözüküyor ortalıkta.
Sanki siyasi iktidar vatandaşların “rızasına” muhtaç değilmiş gibi.
Gereksiz bir sertlikle, Kürtlerin “iki dil” talebini reddediyorlar.
Bu, Türkiye’nin yirmi milyon Kürt’ünün ortak talebi, seçimlerde gidip oylarını isteyeceğin insanların vazgeçmeyecekleri bir hakkı.
Sadece iktidar değil, irili ufaklı Türk muhalefeti de bu talebe karşı çıkıyor, bu isteği sertçe reddediyor.
Bunu reddetmek, bütün “Türk” partilerinin Kürt oylarından vazgeçmesi anlamına gelir.
Sünni’si Alevi’si, dinlisi dinsizi, örgütlüsü örgütsüzü, demokratı faşistiyle bütün Kürtler, bir halk olarak istiyorlar dillerinin kabul edilmesini, görünür kılınmasını.
Eğer Kürtlerin “rızasını” istiyorsan, onların bu isteğini sertlikle, zorbalıkla, şiddetle bastıramazsın, yok edemezsin, silemezsin.
Sen ne yaparsan yap sonunda gerçekleşecek haklı bir talebi “kuvvetine güvenerek” bastırmaya kalkarsan, bütün “Türk” partileri aynı şekilde davranırsa, Kürtler de fikirleri, meşrepleri ne olursa olsun o partilere sırtlarını dönerler.
“Rızaya” dayanan bir oyun olan siyasette Kürtlerin “rızasını” almaya aldırmadığın vakit, siyaseti kendin “ırk” temeli üstüne oturtursun.
Hükümetin sertliği sadece Kürtlerle de sınırlı değil.
Bir zamanlar “işkencehane” olarak kullanılan bir binanın müze yapılmasını isteyen sendikacılara karşı da polis copları harekete geçti.
Ne oluyor?
Nedir bu coplama merakı?
Hükümetle aynı görüşleri paylaşmayan, hükümetin “doğrularını” kendi doğruları olarak kabul etmeyen herkesi dövecek misiniz?
Öğrenciler, sendikacılar sırayla sopadan mı geçirilecek?
Hükümet, bu insanların “rızasını” istemiyor mu?
İnsanların “rızasından” vazgeçmek “siyasetten” vazgeçmek anlamına gelir.
Siyasetten vaz mı geçiyor hükümet?
Kürtlerin, sendikacıların, öğrencilerin, polis baskınlarının fazla sıklaştığı lokantalardaki insanların oylarına talip olmak ilgisini çekmiyor mu artık?
Tek arzusu MHP’lilerin oylarını alıp MHP’yi barajın altına itmek mi?
Bütün siyasetini buna mı indirgedi?
MHP’den üç puanlık bir oy alır belki ama karşılığında öyle oylar kaybeder ki sonuca kendi de şaşar.
Bu anlamsız siyaseti sürdürürse Güneydoğu’yu silme kaybetme riski olduğunu da unutmasın bence iktidar.
Yüzde kırkların üstünde oylar alan ANAP’ın “üstünden nasıl silindir geçtiğine” dönüp de bir baksın.
Üstelik sadece bu kadar da değil, Diyanet’in vakfındaki bir hanım yöneticiyi de “uygulamalarını”fazla “demokrat” olduğu için görevden uzaklaştırdılar, oradaki bütün kadınlar da dün istifa etti.
Anlaşılan “dindar demokratların” rızasından da vazgeçtiler.
Kendi alanını gittikçe daraltıp, “dindar MHP” olmayı tercih eden bir AKP politikasıyla karşı karşıyayız galiba.
“İnsanoğlu, karşısındakinin rızasını almak isterse kuvvetin manası kalır mı?”
Aşk da olduğu gibi siyasette de karşındakinin “rızasına” ihtiyacın var.
“Rızasını” almaktan vazgeçersen o zorbalık olur.
Zorbalıkla da ne aşk yürür, ne siyaset.
ahmetaltan111@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder