28 Ocak 2011 Cuma

Ahmet Altan - Sisif’in günlüğü

KUM SAATİ 02.01.2011


Dün sabah, her yılın ilk sabahı gibi sokaklar sakin ve huzurluydu.
Başka bir hayatın sabahı gibiydi.
Tanrıları kızdırdığı için bir kayayı bir dağın tepesine çıkartmaya mahkûm olan Sisif’in mahkûmiyetine benzer bir cezaya çarptırılmış olmaktan kurtulduğumuz duygusunu yaratıyordu.
Sisif, kayayı tepeye her çıkardığında, zirveye bir adım kala kaya yeniden aşağıya yuvarlanırdı, ceza buydu.
Sonsuza dek bir kayayı dağın tepesine taşımak ve zirveye hiç ulaşamamak.
Dün sabah dağ yoktu, kaya yoktu.
Biz bütün ömrünü bir kayayı tepeye taşımaya mahkûm Sisifler değildik.
Tanrılar bizi affetmişlerdi.
Güzel bir müzik gibi uyumluydu hayat, ağaçlar sakindi, deniz sakindi, sokaklar sakindi, insanlar sakindi.
Zeus’un “affettim seni” dediği Sisif gibi telaşsız, neredeyse mutlu yürüyordum.
Erken kalkmış başka Sisiflere rastlıyordum.
Usul gülümsemeler, yumuşak selamlar, dostane “iyi yıl” dilekleri.
Olimpos’takilerin merhametine inanmaya başlamıştım.
Bütün aldanışlar gibi zalim bir aldanış.
Bütün aldanışlar gibi geçici bir mutluluk sağlayan bir aldanış.
Sonra Olimpos’taki tanrılar uyandılar.
Merhametsizce uyandılar.
Zeus gülümsemedi.
Sisif’i affetmediler.
Ve, biz kayayı yeniden sırtlandık, yeniden bir ömür tırmandığımız dağın tepesine doğru tırmanmaya başladık.
Sisif günlüğünün satırları yeniden yazılmaya başladı.
Yıl Milattan Sonra 2011.
Ocak ayının ilk sabahı.
Günlerden cumartesi.
Hava aydınlık, güneş ılık, şehir sessiz.
Perdelerinin kenarından güneş sızan bir odada sıcak yorganının altında derin bir uykuya dalmış bir adam gibi sakin şehir.
Tanrılar uyanıp konuşmaya başlayana kadar mutluydum.
Affedilmiş olmanın hayalleriyle aldattım kendimi.
Bir kadının koynuna sokulur gibi sokuldum aldanışın koynuna.
Huzuru ve mutluluğu hayal ederek, umutlanarak aldattım kendimi.
Aldattığımı bilerek aldattım.
Sonsuz bir mahkûmiyetin bitmesini bekleyen birinin kendini kandıracağı iki saati bile özlediğini bilerek, o iki saatin tadını çıkarabilmek için aldattım kendimi, hayaller kurma hakkını kendime tanıyarak günaha girdim.
Uykunun tanrıları alıp götürdüğünü, uyku tanrısının bütün tanrıları yendiğini ve hükümranlığının hep süreceğine inanmaya bıraktım kendimi.
Yıl Milattan Sonra 2011.
Günlerden cumartesi.
Ocak ayının ilk öğle vakti.
Güneş parlak, hava ayaz, rüzgâr keskin.
Tanrılar uyandılar.
Ve dediler ki, “hiç kimseyi affetmedik.”
Ve dediler ki, “sadece bizim dediğimiz olacak, kimsenin hakkını vermeyeceğiz, kimsenin bizim dilimizden başka dil konuşmasına rızamız olmayacak.”
Ve dediler ki, “bütün halklarımızı aynı cezaya mahkûm ettik, hepsinin adı Sisif olacak, hepsi bir kayayı ömür boyu dağın tepesine taşıyacak.”
Savaş tanrısı, tekerleklerine keskin bıçaklar takılmış çelikten arabasıyla geçti önümüzden.
Trampetlerin sesini duyduk.
Sırtımızla kayayla yürüdük, tepesinden aşağıya yuvarlanacağımızı bildiğimiz tepeye yürüdük.
Yıl Milattan Sonra 2011.
Tanrılar hep aynı.
Merhametsiz ve öfkeliler.
Bizi bir kayayı sonsuza dek taşımaya mahkûm ettiler.
Bir sabah tanrılar uyurken o kayayı zirveye koyacağız.
Bir sabah, tanrıları boşluğa fırlatacağız.
Yıl Milattan Sonra 2011.
Günlerden cumartesi.
O sabahı bekliyoruz.

ahmetaltan111@gmail.com

Hiç yorum yok: