28 Ocak 2011 Cuma

Mehmet ALTAN / Tıksırıncaya kadar ‘Melami’

İslam’da “Melamilik” nedir? Ne bir “tarikat”... Ne bir “cemaat” kimliği... Sadece ve sadece “inanmışları” sömüren bağnaz bir despotluğa karşı... “Vahdet-i vücut” değerlendirmesi...
Ve çok daha önemlisi, Tanrı ile kul arasına kimsenin giremeyeceğini benimsemiş, mistik bir felsefe anlayışı.
***
Söze neden “Melamilikle” girdik?
Altı asır önce yaşayan Nesimi’nin o sarsıcı şiirine gelebilmek için...
Ne demiş?
“Ben ‘Melami’ hırkasını kendim giydim eğnime
Ar ve namus şişesini taşa çaldım kime ne
Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni
Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye dem çekerim aşk için
Sofular haram demişler aşkımın şarabına
Ben doldurur ben içerim günah benim
kime ne
Nesimi’ye sordular kim yarin ile hoş musun
Hoş olayım olmayayım o yar benim kime ne”
***
Melamiler...
Tarihte ve özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde hem tarikatlara, hem de hurafeci ve durağan dini bakış açısına sahip din adamlarına karşı mücadele içinde olmuşlar.
Melamilik, tarikat ve cemaatlerden farklı olarak belli bir kişinin kurduğu ve o kişinin adıyla anılan bir grup olmak yerine...
Yaratılış amacının zirvesi olan gerçek kulluğun ne olduğunu anlama ve böylece kâmil insan olma niteliğini hedeflemişler.
Ağır bedeller ödemişler...
“Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye dem çekerim aşk için
Sofular haram demişler aşkımın şarabına
Ben doldurur ben içerim günah benim
kime ne”
***
Melamiler...
Tasavvuf derslerini aldıkları öğretmenlerine “Mürşid” diyorlar...
Mürşid’lerinden keramet veya doğaüstü güçlere sahip olmasını beklemiyorlar...
Onlara göre Mürşid sadece kapıyı gösterir, geri kalan sorumluluk öğrenciye yani müride aittir...
***
Melamiler...
Allah’ın her kişiye yakın olduğunu ve kişiyle Allah arasına Mürşid de dâhil kimsenin giremeyeceğini savunmuşlar.
Çünkü...
Mürşid ne kadar bilgin ve erdemli olursa olsun, o da diğer insanlar gibi kuldur ve kula ait niteliklerle anılması gerekir. Mürşid’lerinden ders ve sohbet şeklinde tahsil ettikleri ilim ve tavsiyelerinin ötesinde bir beklentiye sahip olmadan; Hidayet, Şefaat, Himmet, Tevbe gibi isteklerin yalnız Allah’a arz edilmesi gerektiğini savunmuşlar...
Bu ilmin öğretmenleri de öğrencilerinden asla maddi bir karşılık talep etmemişler.
İlm-i Tevhid olarak anılan bu derslerin neticesinde Allah’da yok olmak manasına “Fenafillâh” ve Allah’la var olmak anlamına “Bekabillah” mertebelerine ermeyi amaçlamışlar...
***
Melamilere göre...
İlm-i tehvid veya ilm-i ledün, ilk insandan son Allah dostuna kadar taşınacak en yüce emanet... Bu yüzden bu ilmi talep edenlere karşı çok seçici davranmışlar...
Ve çok daha etkileyici olan ise sayılarının artmasını değil, emaneti taşıyabilecek nitelikli insana ulaşmayı hedeflemişler...
***
Melamiler kendileriyle Allah arasındaki samimiyeti kaybetmemek ve şöhret gibi tasavvuf yolundaki salikin önüne çıkabilecek bir engeli bertaraf etmek için kılık, kıyafet ve hatta dergâh, tekke gibi belirli bir toplantı mekânı ve topluluğu gibi dönemin tarikatlarının alametlerini göstermemeye çalışmışlar, halk içerisinde kendilerini gizlemiş, hallerini sadece kendileri gibi olanlarla paylaşmışlar...
“Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye dem çekerim aşk için
Sofular haram demişler aşkımın şarabına
Ben doldurur ben içerim günah benim
kime ne”
***
Bu Pazar günü neden mi Melamiler?
Çünkü...
“Tıksırınca” aşağılaması bana Melamileri anımsattı...

Hiç yorum yok: