Bütçeleri analiz etmeye çalışırken iki amaç doğrultusunda hareket etmek gerekiyor.
Birincisi bütçenin ürettiği kamu hizmetinin niceliği, niteliği, yurttaşa etkin bir biçimde ulaşıp, ulaşamaması, vs.
İkinci mesele ise bütçenin makroekonomik istikrar fonksiyonu; isterseniz yazıya ikincisinden başlayalım.
2011 bütçesinin açığının 33.5 milyar TL, faiz dışı fazlanın da 14.7 milyar TL olması öngörülüyor; bu büyüklükleri oransal olarak verirsek bütçe açığının milli gelire oranı 2011 senesinde yüzde 2.8, faiz dışı fazlanın da yüzde 1.2 olacak.
AB tanımlı genel yönetim nominal borç stokunun milli gelire oranının 2011 senesinde yüzde 40.6 olacağı tahmin edildiğinden faiz dışı fazlanın yüzde beşlerde (milli gelire oran) dolaşması artık çok büyük bir zorunluk olmaktan çıkmış gibi görünüyor.
Bütçe açığının milli gelire oranının yüzde 2.8 olması ise mevcut konjonktürde çok önemli bir başarı; bu oranın gerçekleşme ihtimali de çok yüksek, yani bütçenin temel ilkelerinden samimiyet ilkesi zedelenmemiş zira 2010 senesini Türkiye başlangıçta öngördüğü bütçe açığının da altında bir oranla kapatacak.
2010 bütçesi yüzde dört oranında ve büyüklük olarak da 51 milyar TL açık öngörmüş iken Kasım ayı sonu itibariyle bütçe açığı 23.5 milyar TL dolayında ve dokuzuncu ayın sonu itibariyle bildiğimiz milli geliri 11. ay sonuna küçük bir yanılma payıyla taşırsak da açığın milli gelire oranı yüzde 2.4; Türkiye 2010 mali yılını, olağanüstü bir şey olmaz ise, yüzde üçün altında bir bütçe açığı ile kapatacak ki, bu bütçe performansı çok başarılı olarak değerlendirilebilir, sonuçlar AB ülkelerinin çok büyük bölümünden çok daha iyi.
Bu gelişme doğrultusunda 2011 bütçe açığının da, seçim senesine rağmen, öngörülen düzeylerde gerçekleşeceği tahmin edilebilir; bu aşamada aklıma takılan soru ise, madem bütçe açığı konusunda bu kadar başarılı olunuyor, mali kuralın neden yasalaştırılmadığı ve böylece ulusal-uluslararası piyasalara ek bir güvence daha verilmediği.
Gelelim bütçenin esas fonksiyonu olarak nitelenebilecek kamu hizmeti üretme fonksiyonuna.
2011 bütçesinin toplam gider büyüklüğü 312 milyar TL; bu büyüklük 2011 senesi için öngörülen milli gelirin yüzde 25.7’si. Yüzde 25.7’lik bir bütçe büyüklüğü kişi başına geliri on bin doları yeni aşmış bir ülke için optimal bir büyüklük olarak görülebilir; bu arada 2011 senesinde 27 ülkeli Avrupa Birliği bütçesinin 142 milyar avro yani yaklaşık 285 milyar TL olacağını da hatırlatalım, yani 2011 senesinde bizim bütçemiz AB bütçesinin epey üzerinde bir bütçe ama iki bütçenin temel fonksiyonlarının farklı olduğunu da ekleyelim.
2011 bütçesinin AB bütçesinden dahi büyük olması bizim bütçenin temel fonksiyonu olan kamu hizmeti üretimini, mesela eğitim, sağlık, adalet gibi hizmetleri çok nicelikli ve nitelikli olarak ürettiği anlamına pek gelemiyor; bunun da çeşitli nedenleri var.
312 milyar TL’lik genel yönetim bütçe harcamalarının 72 milyar TL’si personel harcamalarına, 47 milyar TL’si ise faiz ödemelerine gidecek.
2011 senesinde bütçeden 116 milyar TL cari transfer gerçekleştirilecek, bu büyük transfer kalemi içinde de en büyük pay 64 milyar TL ile sosyal güvenlik sistemi için olacaktır; bizde sosyal güvenlik sisteminin prim esaslı kurulduğu hatırlanır ise, merkezi bütçeden aktarılacak 64 milyar TL’nin anlamı sosyal güvenlik sisteminin bütününün bu kadar açık vereceğidir.
Tüm bu gelişmelerin sonucunda da bütçeden eğitime ayrılan pay milli gelirin yüzde 3.8’i, sağlığa ayrılan pay ise yine milli gelirin yüzde 1.5’i ile sınırlı kalacaktır; Türkiye gibi nüfusu çok genç bir ülkede temel kamu hizmetlerinin niceliğinde sorun yaşanabilir derken kastım da budur.
Aynı kamu hizmetlerinin üretiminde temel yöntem olan ihale kanunu ile son senelerde çok oynanmış olması söz konusu hizmetin niteliğini de olumsuz etkileme potansiyelini barındırmaktadır.
Adalet ve iç-dış güvenlik hizmetlerine başka bir yazıda değineceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder