28 Ocak 2011 Cuma

Mehmet ALTAN - Çalıştay

Yazıya otururken Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 1. Demokratik Özerklik Çalıştayı için inceleme başlatmıştı. Gün boyu Çalıştay ve “Demokratik Özerk Kürdistan Modeli Taslağı” tartışıldı.
Temel endişe ne? “Kürtler ayrılmak mı istiyor?”
Yeryüzü, küreselleşmenin doğal gereği “insan odaklı” bir anlayışa doğru hızla yol alırken biz “ulus-devlet” çerçevesinde itiş-kakışa devam ediyoruz... Türkiye siyaseti için “devlet” önemli ama “insan” değersiz... Dünyada ise tam tersi bir istikamet var... Hâlbuki ulus-devletler egemenlik haklarının bir kısmını ulus-üstü kuruluşlara, bir kısmını da yerel yönetimlere terk ediyor.
***
“Demokratik Toplum Kongresi”, Cumartesi günkü 1. Demokratik Özerklik Çalıştayı’na katılanlara bir dosya içinde tartışmalara “katkı sunabilecek bazı belgeler” dağıttı. Toplam beş belgenin son ikisi, “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” ve “Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Hakları Bildirisi”ydi... Bu iki metin de çağın yeni gelişmelerinin ürettiği metinlerdi... Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, 15 Ekim 1985 tarihinde imzaya açıldı. Türkiye anlaşmayı 21 Kasım 1988’de imzaladı. Avrupa Konseyi, 1981-1984 yılları arasında yerel idarelerin özerkliği ile ilgili bazı ilkeleri tartıştı ve bir karar tasarısı hazırladı. “Yerel idarelerin güçlendirilmesi, özerkliklerinin savunulması, yerinden yönetim ve demokrasi ilkelerine dayanan bir Avrupa’nın kurulmasının temel koşuludur” görüşünden hareketle hazırlanan tasarı daha sonra “Özerklik Şartı” olarak Avrupa Konseyi’nce kabul edildi. Bu metnin girişinde, metnin ana fikrini anlatan şu cümleler yer alıyor:“Vatandaşların kamu işlerinin sevk ve idaresine katılma hakkının Avrupa Konseyine üye devletlerin tümünün paylaştığı demokratik ilkelerden biri olduğunu düşünerek, bu hakkın en doğrudan kullanım alanının yerel düzeyde olduğuna kani olarak, gerçek yetkilerle donatılmış yerel makamların varlığının hem etkili hem de vatandaşlara yakın bir yönetimi sağlayacağına kani olarak...” Temel öznenin vatandaş olduğu metnin girişinde berraklaşıyor...
***
“Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Hakları Bildirisi”nin de temel mantığı farklı değil...
Şu bölümü okuyalım: “İnsanlığın ortak mirasını teşkil eden medeniyet ve kültür zenginliklerimize tüm halkların katkı yaptığını bildirir, ulusal, ırksal, dini, etnik ve kültürel farklılıklar temelinde bazı halkların veya bireylerin diğerlerinden üstün oldukları temeline dayalı veya böyle bir iddiada bulunan tüm doktrin, politika ve uygulamaların ırkçı, bilimsel olarak yanlış, yasal olarak geçersiz, ahlaki olarak kınanacak ve toplumsal yönden haksız olduğunu beyan eder...”Türkiye siyasetinde sadece “yönetim” kavramı ve dolayısıyla “kim yönetecek” kavgası var... “Yönetilen”in esamesi yok... Çalıştay’da da söylediğim gibi “Yönetilenler Açısından 1. Demokratik Özerklik Çalıştayı” galiba çok uzun zaman gündeme gelmeyecek... Şark, kendi mesleklerinde pek de başarılı olmamış ezik yığınların yönetim kavgalarıyla kendilerini önemsemesi hastalığından kolayca kurtulamayacak...
***
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları “İnsani Gelişme Endeksi”nde 196 devlet arasında 83. sırada... Yönetilene, vatandaşa, bireye daha ileri bir düzeyde kim ne sunuyor ya da bir yeni bahane ile siyaset kurumu kendine daha avantajlı bir durum mu arıyor? Hep siyaset konuşan ama teknik olarak yönetilenlerin yaşamına katkı sağlayacak hiçbir konuya da hiç mi hiç aldırmayan bir yönetme hırsının ve arzusunun çıkardığı patırtı, gürültü... Bu vesileyle siyasetin Türkiye sorunlarını tümden çözmek ve kalıcı kılmak yerine, kendini iktidara taşıyacağını var saydığı din, ırk ve mezhep konusunu sürekli sömürmeyi yeğlediğini bir kez daha görüyorum... Yoksa türbandan Cemevi’ne, Cemevi’nden Kürt diline tüm konular birlikte “Temel Haklar Şartı” referans alınarak çözülebilir... Ama siyasetçi çözüm odaklı temel bir metni referans almak yerine, oy getirecek hassasiyetler üzerinde dans etmeyi yeğliyor... Bu da çatışmayı ve ötekileştirmeyi getiriyor... Ama siyasal iktidar için bunu topluca yeğliyorlar...
***
Ulus-devlet kavgası yerine, “insanı” daha çok var edecek bir anlayış buralara da gelecek mi, yoksa tek hedefi Saray’a kapağı atmak isteyen ezik ve ihtiraslı siyasetin hegemonyası hep sürecek mi? Bu arada şunu da söyleyeyim...
Bunu soruşturmak yerine Savcılık vasıtasıyla siyasal tartışmalara baskı uygulamak da “demokratikleşememiş” bir köhne tek parti zihniyeti olarak ortaya çıkan bir refleks...
Çağı zaten yakalayamıyoruz, hiç olmazsa tek parti dönemine dönmeyelim...

Hiç yorum yok: