28 Ocak 2011 Cuma

Ahmet Altan - Küçük Prens

KUM SAATİ 31.12.2010

Kâinatta gemisiyle dolaşıp duran Küçük Prens bir gün minik bir gezegende, başında tacı, sırtında kürküyle tek başına oturan bir adama rastlar.

“Sen ne yapıyorsun” diye sorar.

“Ben kâinatı yönetiyorum” der adam, “bu kâinatın kralı benim”.

“Nasıl yönetiyorsun?”

“Sabahları güneşe ‘doğ’ diyorum doğuyor, akşamları ‘bat’ diyorum” batıyor.”
Saint-Exupéry’nin muhteşem kitabını okuyan herkes sanırım bu bölümü hatırlar.
Kâinatı yönetmek istiyorsan güneşe sabahları “doğ”, akşamları “bat” diyeceksin.
Böyle yaparsan bir “kral” olursun.
Güneşe akşamları “doğ” demeyi denersen, bir gezegende oturan zavallı bir adama dönersin.
Toplumları yönetmek de “kâinatı yönetmek” gibidir, güneşe ne zaman doğ diyeceğini bilmen gerekir.
Sabahları güneşe “bat” diye bağırmak seni zavallılaştırır yalnızca.
Toplumlarının güneşinin ne zaman doğup ne zaman batacağını kestirmek için de basit bir kural vardır bence.
Eğer bir halk ya da halkın bir kesimi haklı bir istekle ortaya çıkıyorsa, bu, güneşin doğuşu gibidir, hiçbir güç bunu durduramaz, bunu durdurmaya kalkan “krallığını” kaybeder.
Fransız Devrimi’nin en genç liderlerinden olan Saint-Just boşuna, “devrim silahların değil, yasaların patlamasıdır” dememiş.
Yanlış zamanda, yanlış bir şeyi yasaklamaya kalkan “yasa” patlar.
Yılın son günü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün anlamlı Diyarbakır ziyareti nedeniyle herkesin dikkatle baktığı Güneydoğu “kod isimli” bölgede ortaya çıkan hak talepleri var.
Kürtler Kürtçe konuşmak ve Kürtçe yazmak istiyorlar.
Bu, bir halkın haklı talebi.
İstediğiniz kadar Milli Güvenlik Kurulları’nı toplayın, bildiriler yayınlayın, borazanlar çalın, korkutun, tehdit edin, ne yaparsanız yapın, bunu engelleyemezsiniz.

“Kürtler, Türkiye’nin resmî dilini değiştirmek istiyor” diye yalan söylemeniz de hiçbir şeyi değiştirmez.
Kürt liderler, “resmî dilin değişmesini talep etmiyoruz, Kürtçenin de görünür olmasını istiyoruz, insanların kendi anadillerinde hizmet almalarını savunuyoruz” diyorlar.
Otuz yıl önce Kürtlerin Kürtçe konuşmasını yasalarla yasaklamaya kalkan devlet, bunun olamayacağını bu topluma unutulmaz acılar çektirerek öğrendi.
Kürtçenin yazılı hale gelmesinin de önlenemeyeceğini öğrenmemiz için gene acılar mı çekilmesi gerekir?
Bir halk, “ben anadilimi istiyorum” dediğinde “kralın” güneşe “doğ” deme vakti gelmiştir, kral“doğ” demese de o güneş doğar ama kralın krallığı kalmaz.
Çok olumlu mesajlar veren Cumhurbaşkanı’nın “Kürtçe konuşan vatandaşlarımız var, Arapça konuşan vatandaşlarımız var, bunlar da bizim dilimiz” demesi güzel bir jest ama Gül’ün daha sonraki konuşmalarından “dil meselesini” siyasi bir mesele sandığı intibaını edindim.
Eğer öyleyse, çok yanılıyor.
Dil meselesi siyasi bir mesele değil, siyasetin çözümüne yardımcı olması gereken toplumsal ve ahlaki bir mesele.
Haklı toplumsal talepler “doğa olayları” gibidir, başladığı zaman “insan iradesiyle” durdurulamaz, o talep elde edilene kadar sürer.
Üniversitelerde “başörtüsü” meselesi haklı bir talepti, ne oldu, bütün direnmelere rağmen “fiilen”çözüldü.
Alevilerin “cemevi” sorunu da böyle çözülecek çünkü o da haklı bir talep.
Türkiye’nin yöneticileri, kısa Cumhuriyet tarihi boyunca bütün güçlerini “olacak” işleri engellemeye çalışmaya harcadı.
Her talebi bir soruna çevirdi.
Ve, her seferinde de “sorunu” talepte bulunanın yarattığını sandı, sorunu, yasaklamaya çalışarak kendisinin yarattığını fark etmedi.
Yeni yüzyılın ilk on yılı bu akşam bitiyor.
Ve biz, Yirminci Yüzyıl’ın başında yaşadığımız sorunları Yirmi Birinci Yüzyıl’ın başında da yaşamayı sürdürüyoruz.
Küçük Prensin “güneşe ne zaman doğ diyeceğini bilen” kralı kadar akıllı bir kral çıkmadı buradan, güneşe hep sabahları “bat” demeye uğraştılar.
Yeni bir yıla eski bir bilgiyle başlamakta yarar var belki de.
Güneş sabahları doğar, akşamları batar.
2010 yılının sonunda beni, “yazı” diye bu “değerli” bilgiyi yazmak zorunda bırakanlar da dâhil olmak üzere herkese mutlu bir yıl dilerim.

ahmetaltan111@gmail.com

Hiç yorum yok: