Son üç gündür yazdığım yazılar beni gerçekten yordu.
Pazar günü eğitim yazım vardı, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde okutulan “T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” kitabının başlığında ek olarak “Ermeni, rum, pontus ve süryani” diye bir başlık gördüğümü yazdım; yeterince korkunç, yorucu değil mi?
Pazartesi günü haftanın sıcak konusu üniversite harçlarını yazdım; zor bir yazıydı zira meseleye serinkanlı baktığınızda gençlerin harçların kaldırılması taleplerinin anlamsızlığı çok belirgin bir biçimde ortaya çıkıyor ama o zaman da bu eylemlerin neden yapıldığını düşünüyorsunuz ve içiniz daha da kararıyor.
Salı günü en korkuncu başıma geldi ve yine, burnumuzun dibine kadar yaklaşmış bir darbe ihtimali, korkunç sonuçları üzerine yazdım.
Konular yeterince bunaltıcı.
Bugün ise bambaşka bir konu yazacağım; böyle bir konunun bir gazete yazısı olması doğru mu, çünkü göreceksiniz bir denklem dahi kullanacağım.
Okurlar beni belki bağışlarlar, yazının sonunda konu yine siyasete gelecek, dayanacak.
Son iki senedir öğretim üyesi olarak “Hukukun ekonomik analizi” diye bir konuyla ilgileniyorum; bu alanın ekonomi hukuku gibi bir konuyla hiç alakası yok.
Son aylarda da sadece “anayasaların ekonomik etkileri” konusunu okuyorum.
Geleneksel iktisat teorisi bireylerin, veri/sabit kurallar ve yasal çerçeve dahilinde, kararlarının etkinlik ve hakkaniyet sonuçlarını inceler; bu kararların içinde alındığı yasal çerçeve, anayasal kurallar sabittir.
Hukukun ekonomik analizi ya da anayasal iktisat (constitutional economics) dalında ise bireylerin içinde karar aldıkları yasal/anayasal çerçeve bir değişken olarak ele alınıyor ve söz konusu yasal/anayasal çerçevenin değişiminin bireylerin kararlarının sonuçlarını, etkinlik ve hakkaniyet açılarından nasıl etkilediği inceleniyor.
Sıkıcı olmaya başladığımın farkındayım ama devam ediyorum ve hatta, sınırsız hoşgörünüze sığınarak bir denklem de yazıyorum: Y=f(C)
Bu denklemde Y milli gelir, C ise anayasal değişiklikler demek, anayasal iktisatın temel başlangıç denklemi ve anlamı da C’deki değişmelerin, yani anayasal yapının değişiminin milli gelir artışını doğrudan belirlediği; daha matematik bir ifadeyle, milli gelir anayasanın bir fonksiyonu yani bir ülkenin milli gelir düzeyi ile anayasal yapısı ve bu yapıda sağlanan iyileşmeler arasında bire bir ilişki var.
Konu ve benim sunuşum belki sıkıcı olabilir ama sonuçları siyaseten çok önemli.
Türkiye’nin yeni bir anayasa yapmasının, 12 Eylül cenderesinden tümüyle kurtulmasının sonuçları sadece temel hak ve özgürlüklerle sınırlı değil; baskıcı anayasaların, bireyi merkez almayan anayasaların ve hukuk sistemlerinin, vesayetçi sistemlerin zararları sadece baskıcı yapılarıyla sınırlı kalmıyor, orta ve uzun vadede asla ve asla zenginlik üretemiyorler, yüksek büyüme oranları sağlayamıyorlar.
Seçim sonrası muhtemelen yeni bir anayasa çalışması başlayacak; bu süreçte AK Parti’nin yukarıda verdiğim basit denklemi aklından çıkarmaması şart.
Yeni anayasa yurttaşlara özgürlük, adalet getirecek ama aynı zamanda orta vadede yüksek ve kalıcı büyümenin ön koşulu olacak.
Siyaseten düşünülmesi, değerlendirmesi gerekir fikrindeyim; Türkiye’ye daha fazla özgürlük ve çok daha fazla zenginlik taşıyan siyaset iktidarın sahibi olacaktır.
Bunun yöntemi de yeni bir anayasadan geçmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder