28 Ocak 2011 Cuma

Mehmet ALTAN - Schengen-Şamgen

Dün gün akışını baştan sona izledim. İç politika her zamanki gibi koşup durdu. Öğleye kadar CHP Parti Meclisi, öğleden sonra da “Demokratik Özerklik Çalıştayı”nda ikinci gün tartışmaya açılan...
...Demokratik Toplum Kongresi taslağı konuşulmaya başlandı.
Dış politika konuları ise öksüz kaldı.
Amerika Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Ermeni Soykırımı Yasa Tasarısı’nı tekrar meclis gündemine getirme çabaları nedeniyle Başbakan Erdoğan’ın Obama’ya mektup gönderip, Ermeni tasarısının gündeme gelmemesini istemesi kısmen yankılandıysa da... Türkiye-Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin ikinci toplantısı ve Suriye Başbakanı Muhammed Naci İtri’nin Ankara’ya gelişi adeta hiç duyulmadı. Acaba dış politikayı izlemeden iç politikadaki gelişmeler ne kadar anlaşılabilir?
***
Aslında dünkü haberler Türkiye’nin dış politikası açısından sıkışabileceği sinyallerini bir kez daha vermekteydi. Bunun iyi bir analizi daha sağlıklı bir süreç açısından yararlı olabilir. ABD Temsilciler Meclisi’ndeki hamle ile Suriye ile yapılacak toplantı denk düştü. Toplantıya, Türkiye tarafından 12, Suriye tarafından ise 13 bakan katılıyor.
***
Bu toplantı vesilesiyle Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Hürriyet’e verdiği “onların Schengen’i varsa bizim de Şamgen’imiz olsun” başlıklı demecini dün sabah gördüm. Esad, “kısa bir süre önce Sayın Erdoğan, Suriye, Türkiye, Lübnan arasında Schengen gibi ortak vize önerisi yaptı. Ne düşünüyorsunuz” sorusuna şöyle cevap veriyordu: “Bu konuyu ilk gündeme getiren bendim. Hatta adını bile buldum. Onlarınki Schengen’se bizimki de ‘Şamgen’ olsun dedim. Üç yıl önce Türkiye ile Suriye arasında sınırlarda serbest geçiş olmasını konuşmaya başladım. Geçen yıl Türkiye ziyaretimde Tayyip Erdoğan ‘biz hazırız’ deyince de çok şaşırdım.”
Hâlbuki...
Geçen ayın sonlarında Lübnan’da bulunan Başbakan Erdoğan’ın bölge ülkelerine AB’de uygulanan Şengen benzeri sistem kurmayı önerdiğini ve “biz niye benzerini rahatlıkla yapamıyoruz? Nedir bu korku, çekince” dediğini hep beraber okumuştuk. Burada, AB ile “müzakere” yürüten Türkiye ile Batı’nın tecrit etmeye uğraştığı Suriye yönetiminin üslubundaki benzerlik dikkatimi çekti. Türkiye Başbakanı da “biz ve onlar” diyordu... Suriye Devlet Başkanı da... “Biz” kim “onlar” kim tam netleşmiyordu... Batılılar mı? Gâvurlar mı? Hıristiyanlar mı? Gayrimüslimler mi?
***
Hâlbuki...
AB’den Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Ayşe Sezgin Sabah Gazetesi’ne verdiği demeçte “ne olacak bu AB sorunumuz” sorusuna şu yanıtı veriyordu: “İyi olacak. Çünkü AB, demokrasinin geliştirilmesi, temel hak ve özgürlüklerin yükseltilmesi açısından çok önemli.
Bu süreç halkın bir süreci. Değişim ve dönüşümü ele ele vererek halkın gerçekleştirmesi gerekir. O kadar iç içe geçmiş bir ilişkiler ağımız var ki... Mesela 2009 itibariyle bize gelen 6,4 milyar dolarlık doğrudan yatırımın 5 milyar doları AB’den. Türkiye’de 26 bine yakın yabancı sermaye var. Bunun 14 bini AB’den.”
***
Ayşe Sezgin’in röportajı ertesinde Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Hasan El Beşir’in 9 Ocak’ta yapılacak referandumda güneyin bağımsızlığının kabul edilmesi durumunda ülkenin kuzeyinin şeriatı benimseyeceği mesajına rastladım.
Radikal Gazetesi’nde ise Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi Haliç’deki 16 Aralık tarihli bir yorumun tercümesi yer almaktaydı...
Yorumcu, İsrail ile Türkiye arasındaki Cenevre Görüşmeleri’ni eleştiriyordu: “Bu görüşmelerin sonucu ne olursa olsun Türkiye, İsrail’e yönelik bu yeni tavrıyla stratejik eğilimlerini gözden geçirmeye başladı. Bu eğilim, ister dış ister iç baskıdan kaynaklansın, fark etmez. Sonuçta, kendi güçlerine dayanmayıp ‘başkasına’ bel bağlayan Araplar nezdinde soru işaretleri var olmaya devam edecek.” Biz Batı’ya ve müzakere süreci yürüttüğümüz AB’ye aynı Suriye Devlet Başkanı gibi “onlar” muamelesi yaparken, Araplar da Türkiye’ye “onlar” muamelesi yapar gibiydi...
***
Dış politikada yürümeyen bir şeyler var ise...
“Eksen” sürekli gündemde ise...
Temelinde “biz” ve “onlar” ayrımı var.
Suriye’yi anlıyorum...
Ama Türkiye, “biz” ve “onlar”ı saydamlaştırmalı...
“Biz” kimlerden oluşuyor, “onlar” kim?

Hiç yorum yok: