28 Ocak 2011 Cuma

Mehmet ALTAN - Burnumuz neden kurtulmasın?

Türkiye önemli konular tartışıyor. Bu konuları tartışma düzeyimizin çok parlak olmaması konuların önemini azaltmıyor.
Sivil-asker ilişkilerini tartışıyoruz, kürt meselesini tartışıyoruz ama belki de bu son konuya ilişkin esas tartışma federasyon meselesi, ifade özgürlüğü meselelerini tartışıyoruz, Hrant Dink cinayeti üzerinden devleti tartışıyoruz, laikliği tartışıyoruz vs.
Son meselede, iki dillilik, yerel meclisler konusunda Genelkurmay bile, sanki üzerine vazife imiş ve sanki bu konulardan anlarmışcasına görüş belirtmek cüretinde bulundu; Cumhurbaşkanımız konuştu, TBMM Başkanı konuştu, siyasi iktidar sözcüleri konuştu, BDP’liler konuştu, aydınlar konuştu, profesörler konuştu.
Bu yazımda özellikle milletvekillerinin, TBMM Başkanı’nın, siyasi iktidar sözcülerinin yani bir biçimde devlet aparatı içinde yer alan kişilerin ifadelerine yönelik bir-iki söz söylemek istiyorum.
Yerel meclisler konusu, federasyon konusu, ülkenin toprak bütünlüğü konusu gündeme geldiğinde aklıma ister istemez AİHM’in 1995 tarihli ünlü Piermont kararı ve bu kararda ifade özgürlüğü-toprak bütünlüğü ilişkisi üzerine söylediği söz aklıma geldi.
Kararın tarihinde hata yapmamak için Google’dan Piermont kararını aradım, karşıma çok sayıda sonuç çıktı ama en çok ilgimi de Başbakanlığa bağlı Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün “Avrupa’da Düşünce Özgürlüğü-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesine (ifade özgürlüğü-E.K.) ilişkin içtihat” başlıklı bir çalışması çekti.
Devletin bu önemli biriminde Avrupa’da ifade özgürlüğüne ilişkin Piermont kararına, Handyside kararına vs. gönderme var, bu kararlar Anayasamızın 90. maddesine göre iç hukukumuzun parçası, uygulanma zorunluluğu var, kanunlarımızın hukuk hiyerarşisi anlamında üzerinde ama yasama, yürütme, hatta yargı organlarının temsilcileri bu kararlar hiç yokmuş, sanki Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü bile bu kararları duyurmuyormuş gibi davranabiliyorlar.
BDP sözcüleri çok radikal siyasi taleplerle geliyorlar, şiddete referans olmadığı ölçüde bu talepleri, isteyenlerin tartışmaları kadar doğal bir şey olamaz, Anayasanın 90. maddesine göre hukuki bir sorun da yok ama mesela TBMM Başkanımız “isteyen görüşünü ifade eder ama sonucuna katlanır” diyebiliyor; kimi BDP sözcüleri ise şidddetle ilişkiyi çağrıştıran konuşmalardan bir türlü vazgeçemiyor.
Oysa bu sağırlar diyaloğundan, kör dövüşünden çıkabilmenin çok meşru, çok yasal, çok kolay bir yöntemi var.
Görüşlerinizi açıklarken, pozisyon alırken, birilerini eleştirirken Türkiye’nin altında imzası olan uluslararası sözleşmeleri, Anayasamızın 90. maddesini hatırlayın, ciddiye alın, eski alışkanlıkları, eski saplantıları değil de mesela AİHM içtihadını temel alın, hem pozisyonunuz evrensel hukuk ölçütlerinin dışına çıkmamış olur, hem de haklılığınız daha güçlenir.
Önümüzdeki aylarda Türkiye’de kürt meselesini, sivil-asker ilişkilerini, laikliği daha çok tartışacağız; bu tartışmalarda pusulamız, rehberimiz, kılavuzumuz AİHS, AİHM içtihadı olursa burnumuz gül bahçesinden çıkmaz.
Bu tartışmalarda kılavuzunuz yerel hukuk, 82 Anayasası, yerel içtihad (mesela Yargıtay) olursa burnumuzun neden kurtulmayacağı ise ünlü deyimimizde belirtiliyor.

Hiç yorum yok: