19 Ocak 2011 Çarşamba

Çetin ALTAN - Aç kapıyı bezirgân başı...

Çetin Altan Şeytanın gör dediğic.altan@bnet.net.tr

06 Ocak 2011
Yahya Kemal: Dalınır bir hayale, zevk alınır Demiş.
* * *
Cahit Sıtkı da:
Bütün kadınlar genç kız,
Bütün erkekler delikanlı;
Adım atışlarından belli
İçlerinden geçenler...
Diyor.
* * *
Sabahın saat 5.30’unda, hayali bir İstanbul’u yaşamak ilk kahvenin içinde...
* * *
8 bin yılı aşkın bir tarihi olan, 2 kıta arasına kurulmuş tek başkenti bir zamanlar dünyasının.
* * *
O eski başkent, bugün de imrenilecek bir kent...
12 metre karelik yeşil bir alan düşüyor kişi başına.
* * *
2 kıtadaki yapılardan hiçbiri, bir başka yapının deniz manzarasını engelleyemeyecek bir biçimde; mimari bir kent yapılanması şaheseri...
* * *
Yapıların yüksekliği ve renkleri de, bir Rönesans ressamının fırçasından çıkmış gibi...
* * *
Trafik akıp giden bir ırmak; arabaların hepsi de, hemen hemen aynı boyutta ve birbirine çok saygılı...
* * *
Kaldırımlarda herkes, birbirine hafif gülümseyerek geçiyor.
Kazara biri, birinin omzuna azıcık değse, hemen:
-Ah çok özür dilerim, diyor.
* * *
Gündüz seansları da dahil, her akşam 60 tiyatro perde açıyor, İstanbul’da...
* * *
Adalet saraylarında, kararın kesinleşmesine kadar en uzun süren dava, 6 ay.
En şaşılacak tarafı da, mahkemelerde hiçbir “miras davası”nın bulunmaması.
* * *
Cafeteria’larda Hoca, Papaz ve Haham bir arada oturmuşlar, sohbet ediyorlar.
Kimi çay içiyor, kimi bira, kimi şarap...
* * *
Duvarlarda da eğlenceli bir resim göze çarpıyor.
1839’da Padişah Sultan Abdülmecit döneminde; Hoca’nın, Papaz’ın, Haham’ın yan yana oturduğu bir fayton ve az ötesinde de bağıran bir tellal:
-Duyduk duymadık demeyin haa! Bundan böyle “gâvur”a, “gâvur” demek yoktur haaa!
* * *
Metrolarda, troleybüslerde herkesin elinde; ya bir kitap, ya tabloid bir gazete...
Okumayan yolcu yok gibi...
* * *
Belediye meclisinde de; Hazer denizine, oraya uygun bir transatlantiğin, nerede yapıldığında daha “rantabl” olacağı tartışılıyor.
* * *
Uluslararası Dünya Kentlerini Değerlendirme Kurumu; İstanbul’un kibarlıkta ilk sıraya oturduğuna karar vermiş.
* * *
Sabah saat 5.30’da ilk kahvenin içinde hayali bir İstanbul görmek...
Sonra da, ilk sayfasına Fransız ozanı François Coppée’nin, 1897’de yayımlanmış bir yazısından alınan; “Söylemeye gerek yok, biraz da kelek şu insanlık” cümlesinin oturtulduğu “Saçmalıklar Diksiyoneri”ni, azıcık karıştırmak...
* * *
Scalinger adlı bir araştırmacı, 1685’te şöyle yazmış:
-Bir kadınla yatmış olan erkek, ertesi sabah şayet bir arı kovanına yaklaşırsa, arılar sokar onu.
* * *
1870’te de, Victor Cherbuliez, “Alman politikası” adlı kitabında şöyle bir öngörüde bulunmuş:
-Askerlikte “çavuşluk”un geleceği yoktur.
* * *
1831’de politikacı Casimir Perier de söylediği bir nutukta şöyle demiş:
-İşçilerin iyi bilmesi gerekir ki, sessizce sabretmekten başka hiçbir çareleri yoktur.
* * *
Urbain Gehier’in 1914’te yazdığı Bilgelik kitabından:
-Şayet at olmasaydı; ne kültür olur, ne taş üstünde taş kalır, ne kentler, ne medeniyetler gelişirdi; hatta yaşamak dahi mümkün olmazdı.
* * *
İlk sabah kahvesi bittiğinde:
-Acaba yerli malı bir “saçmalıklar diksiyoneri” yapılamaz mı diye düşünüyordum.
* * *
Özel bir deftere, her gün çekilen nutuklarla, yapılan yorumlardan bazı notlar almak; yeterliydi, en az yıllık bir diksiyoner yapmak için.
* * *
Hadi ilk denemeyi de bendeniz kendimden yapayım:
-Biliyorum ki bendenizin hayalleri çok saçma; ne var ki, bugünkü gerçeklere göre İstanbul’a layık bir hayal kurmak; “saçma” damgasını yemeyi göze almadan mümkün olmuyor.
* * *
Bir zamanların küçük kız çocukları için de, “Aç kapıyı bezirgân başı...” oyunu öyle değil miydi?

Hiç yorum yok: