Türkiye’de tartışıyoruz.
Doğrudur, bu bir aşamadır, önemli bir aşamadır, çünkü eskiden tartışılması zor bazı konular şimdi nispeten daha rahat tartışılıyor.
Ancak, tartışmaların içeriğinin ve daha önemlisi çerçevesinin çok saçma olduğunu da görmemiz lazım.
Çerçevenin saçma olması ne demek, açmaya çalışacağım.
İlk planda aklıma gelen iki örnekten hareket edeceğim.
Bu sabah (Salı) ekranlardan siyasi partilerin grup toplantılarını izliyorum.
MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün MGK toplantısı sonrası gittiği Diyarbakır’da yaptığı konuşmayı çok sert bir üslupla eleştiriyor, Sayın Gül’ün MGK kararlarına (tek devlet, tek millet, tek bayrak, vs) aykırı bir söylem içinde olduğunu ifade ediyor ve hatta sözü örtük de olsa ihanete kadar getiriyor.
Benim ilgi alanım ne Sayın Gül’ün Diyarbakır konuşmaları ne de Sayın Bahçeli’nin çok sert itirazları.
Benim temel itirazım bir muhalefet partisinin liderinin MGK referansına.
Şu noktayı çok açık tartışmamız lazım; bugün, 2011 Türkiye’sinde tartışılması gereken temel konu Sayın Cumhurbaşkanı’nın Diyarbakır konuşmasının MGK bildirisine uyup uymadığı mıdır, yoksa demokratik bir hukuk devletinde Milli Güvenlik Kurulu gibi tuhaf bir kurumun anayasal varlığını sürdürebilmesi ve aldığı kararları bakanlar kuruluna BİLDİRMESİ MİDİR? (Anayasa, madde 118)
MGK gibi demokratik bir hukuk devletinde kurumsal varlığı çok tartışmalı bir kurumu kaldırmak, anayasal bir kurum olmaktan çıkarmak için uğraşmak yerine, bir muhalefet partisi liderinin Cumhurbaşkanı’nın MGK kararlarına aykırı hareket etti diye suçlaması doğrusu olsa olsa bizde görülebilecek bir garipliktir.
Sayın cumhurbaşkanı dışında MGK’da bulunan asker kişiler Başbakan’ın memurlarıdır, sivil üyeler kabine üyesi bakanlardır, başbakan gerek gördüğü anda bu kişileri anında toplantıya çağırma yetkisini haizdir; hal böyle iken böyle bir kurumun anayasal statüde bir kurum oluşu gariptir, MHP liderinin itirazı ise daha da gariptir.
Daha da garibi muhtemelen siyasi iktidarın MGK’yı hala anayasal statü dışına taşımamış olmasıdır.
MGK’nın anayasal statüsünü açıklamaya, meşrulaştırmaya yönelik izahlar komik ötesidir; askerin darbe yapmaması, itirazlarını sivillere anayasal bir zeminde aktarması için bu kurulun ihdas edildiği söylenir ama askerin asli işi dışında sivil otoriteye nasıl, hangi meşruiyete dayanarak itirazı olabileceği konusu, nedendir bilinmez, pek gündeme gelmez.
MGK tartışmasının zemini, çerçevesi yanlıştır.
Başka bir örnek de Milli Güvenlik Siyaset Belgesi tartışmalarının çerçevesinin yanlış olmasıdır.
Yeni hazırlanan, eskisinden farklı olduğu söylenen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi içinde tehdit unsurlarının değiştiği, komşulara bakışın değiştiği, bu nedenden de olumlu bir gelişme olduğu yaygın iddiası ortada dolaşmaktadır.
Kimse (küçük bir grup dışında) yine Anayasa’nın 118. maddesinde ifadesini bulan bu belgenin bizzat kendisinin saçma sapan bir belge olduğunu, demokratik hukuk devletlerinde bu tür gizli belgelerin olamayacağını söylememektedir.
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi orada durduğu sürece, belgenin kimi tehdit unsuru olarak gördüğü çok tali bir konudur.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
2011 Türkiye’si artık konuların daha anlamlı bir çerçevede ele alınmasını gerektiren bir ülkedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder