Şimdi, beni gittikçe daha çok endişelendiren bu tehlikeyi bana anımsatan olayları teker teker alt alta yazmak istemiyorum, çünkü epeyce uzun bir liste söz konusu...
Ama televizyon dizisinden heykellere kadar ortaya çıkan yaklaşım ve üslup, bu tehlikenin yeniden altını çizmek gerektiğini söylemekte...
Bunu kısaca, diğerlerine “ayar” vermek olarak özetleyebiliriz... Herkes diğerini kendine benzetmeye kalkışıyor... Şimdi bu eğilimin muhafazakârlar arasında artmaya başladığını gözlüyoruz...
O halde Kemalizm’in suçu neydi?
***
Galiba...
Siyasal iktidarın en özen göstermesi gereken konuların başında, “muhafazakârlaşma ile demokratikleşme” dengesi geliyor...
“Benim yaşadığım gibi yaşayan bir toplum olsun” arzusu yoğunlaşıyormuş gibi görünerek, “çoğunluğa benzemeyen” insanları ürkütüyor...
“Demokratikleşme ilkelerini” benimsemeyince, muhafazakârlaşma ile siyasal İslamcılık arasındaki çizgiler siliniyormuş izlenimi doğuyor...
Kemalizm’i tenkit ederken başka bir tür “benzeşme” tehlikesi doğuyor...
***
Hukuk devletini...
Demokrasiyi...
Ve demokratikleşmeyi yerli yerine oturtmamız halinde...
Aslında Türkiye’nin hala çok büyük bir şansı var... Yeter ki yöneticiler dünyayı doğru okusun...
“Demokrasi, temel hak ve özgürlükler, insan hakları ve piyasa ekonomisi” şiarı, “din, ırk ve mezhep” anlayışıyla örselenmesin.
***
Farklı yaşam çeşitlerinin...
Farklı düşüncelerin...
Güvencesi hukuk...
Ve demokratikleşmedir.
İçki içmeyen...
Kapanan...
Batılı yaşam tarzından hoşlanmayan bir irade...
Kamuya ait ele geçirdiği bir yeri sadece ve sadece kendi anlayışıyla yönetmeye kalkarsa ya da kendinden başkasına yaşam hakkı tanımayan bir bağnazlığı topluma dayatırsa...
Muhafazakârlaşma, demokratikleşmenin önünü kesecek bir tehdide dönüşür.
Çünkü... Sağlıklı bir ülkede, toplumun eğilimlerinin ne olduğu değil, bunun “demokratikleşmeyle” çelişip çelişmediği önemli.
***
Muhafazakârlaşma, demokratikleşmeyi sollamaya başlayınca, bu, felaketin de başlangıcı olur...
Çünkü...
“Öteki”nin hak ve hukukuna yapılan saygısızlığa karşı çıkmayan bir ülke çürür, hukuksuzlaşır...
Siyasal yönetimin kendi keyfi ve eğilimine göre koskoca ülkeye istikamet belirlemesi zaten “Neo-Kemalizm” değil midir?
Dizi hoşa gitmedi, kaldır...
Heykeli beğenmedim, yık...
***
Hukuk var ise, “öteki” de sere serpe var olacak demektir...
Hukuk var ise “yöneticinin keyfi” ülkeyi zindana döndürmeyecektir...
Siyasal çoğunluk, “demokratik çoğulculuğu” tehdit etmeyecektir...
Sabah erken kalkan “beğenmediğine” sansür uygulamaya kalkmayacaktır...
Dün Kemalizm’den şikâyetçi olanlar, şimdi kendi yaşam biçim ve algılarını bu topluma dayatmayacaktır...
***
Aslında Kemalizm’den kaçarken “muhafazakâr Kemalistleşmeye” uğramamak için, formül açık...
Biliyorsunuz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Avrupa standartlarındaki düşünce özgürlüğünü tanımlayan Handyside Kararı bizde de iç içtihat haline geldi.
O karar, toplumu rahatsız hatta şoke eden düşüncelerin de hukuksal güvence altında olması gerektiğini vurgular, hem de demokrasinin, çoğulculuğun ne olduğunu anlatır:
“Bu değerlendirmeler, toplumun bir bölümünü rahatsız edici nitelikte olabilir. Ancak unutulmaması gerekir ki ifade özgürlüğü, çoğunluk gibi düşünmeme, kurulu düzeni sorgulama, hatta eleştirme hakkını da kapsar. Dahası, sarsıcı nitelik taşıyan, toplumun çoğunluğunu kızdıran ve tartışmaya yönelten fikirler de ifade özgürlüğünün koruması altındadır”...
Yönetilenler...
Ve yönetenler bu noktaya gelmedikçe, buranın çilesi kolay kolay bitmeyecek gibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder