2004 senesinde AB’ye katılım müzakerelerinin başlaması kararına kadar AB meselesi yarı teknik, yarı siyasi bir meseleydi.
Yarı teknik diyorum zira söz konusu olan Katılım Ortaklığı Belgelerinde (KOB) istenen hem siyasi, hem ekonomik, hem hukuki düzenlemelerin, önceliklerin gerçekleştirilmesi meselesi idi.
Yarı siyasi diyorum zira bu önceliklerin yaşama geçirilmesi içeride kararlı bir siyasi irade gerektiriyor idi; saçma sapan bir muhalefet karşısında AK Parti bu işi çok iyi götürdü.
2005 senesinde müzakerelerin fiilen başlaması sonrası görüntü değişti.
Ocak 2011 itibariyle 34 adet müzakere dosyasından sadece birini geçici olarak kapattık, 12 dosyada müzakereler sürüyor, iki dosyada müzakere pozisyonu sunduk, sekiz dosyada açılış kriterleri bekleniyor, dokuz dosya Konsey’de görüşülüyor, bir dosya ise Komisyon’da.
Geçenlerde bir gazetede Türkiye 1-Hırvatistan 28 gibi bir sonuç açıklandı.
Aşağı yukarı aynı tarihlerde başlayan müzakere süreçlerinde Hırvatistan 28 dosyayı geride bırakırken, bizde bu sayı yukarıda belirttiğim gibi bir.
Bu skordan iki sonuç çıkartmamız lazım.
Birincisi bazı dosyalarda bizim hata yaptığımız gerçeği; rekabet dosyası buna çok tipik bir örnek.
Devlet yardımları meselesi daima keyfilik, partizanlık konularını da beraberinde getirmiştir, kısa vadede işe yarar gözükse de orta ve uzun vadede büyümenin önünde bir engeldir; bu nedenden, devlet yardımları nedeniyle rekabet dosyasının açılmaması bize olsa olsa zarar getirir.
İkinci temel konu ise siyasi nedenlerden bazı AB üyesi ülkelerin çıkardığı engellerdir.
İşte bu ikinci neden siyasi süreci bugün tekrar AB üyelik perspektifimizle birleştirmiştir.
“Ekonomik ve parasal politikalar” dosyasına Fransa’nın çıkardığı engel tipik bir politik engeldir ve bu engeli aşmanın yegane koşulu Türkiye’nin AB dışında kalmasının Fransa’ya maliyetinin Türkiye’nin tam üyeliğinden kaynaklanacak maliyetten daha büyük olduğunu Sarkozy’e anlatabilmekten geçmektedir.
Bu aşamada da aklıma Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu’nun politikaları gelmektedir.
Sayın Davutoğlu’nun Balkanlar’daki, Ortadoğu’daki, Orta Asya’daki açılım politikaları en genelinde iki türlü yorumlanabilir.
Birinci yorum, AB perspektifinden umudunu kesen Türkiye’nin alternatif siyasi arayışlar içinde olduğu yönündeki yorumdur.
İkinci yorum ise Türkiye’nin komşuları, Ortadoğu, Balkanlar ve Asya’daki açılımlarının AB tam üyelik perspektifi doğrultusunda vazgeçilmezlik, ya da en azından elini stratejik açıdan çok güçlendirmek, pazarlıkta öne geçme arayışı amaçlı olduğu şeklinde yorumdur.
Benim gönlüm çok net bir biçimde ikinci yorumdadır.
Dış politikada yaşanan açılımlar bu amaca kitlenerek yapılır ise, sonuç alma ihtimali çok da yüksek olabilir.
Özünde teknik bir aşama olması gereken müzakere sürece bir biçimde siyasi bir öz kazanmıştır.
Sayın Davutoğlu’nun siyasi açılımları, isterseniz stratejik derinlik arayışı da diyebilirsiniz, AB müzakerelerinde vazgeçilmezlik faktörünü güçlendirmek amaçlı ise toplumun daha büyük bir bölümünü bu hedef doğrultusunda birleştirmek mümkündür kanısındayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder