2011’den beklentilerimizi ikiye ayırabiliriz. Özel-şahsi ve kamusal beklentiler.
Özel-şahsi beklentiler çok geniş bir alanda tanımlanabilir ama kanımca bu özel-şahsi beklentileri sağlık ve mutluluk beklentileri olarak özetlersek büyük bir yanlış yapmış olmayız.
Kamusal beklentiler ise çok daha karmaşık bir görünüm içindeler.
Bendeniz bu kısa hafta başı köşe yazısında bir Türkiye Cumhuriyeti yurtaşı olarak 2011’den beklentilerimi özetlemeye gayret edeceğim.
Doğal olarak, kamusal nitelikte beklentiler, sağlık ve mutluluk ortak paydasına indirgenebilecek beklentilere oranla çok daha sübjektif ve bu oranda da tartışmaya açık.
Kendi ülkeme yönelik kamusal beklentilerimi, içinde bulunduğumuz çağda, küreselleşmenin geldiği bu aşamada dünya koşullarından soyutlamak olanaksız ama bendeniz yine de bir soyutlama yapıp Türkiye’ye odaklanacağım ve üç noktayı ön plana çıkaracağım: yüksek büyüme, yeni bir anayasa ve AB ilişkilerinde büyük mesafe alabilme.
En büyük kamusal beklentim 2011 senesinde de Türkiye ekonomisinin yüzde altının üzerinde bir oranda büyümesi.
En büyük toplumsal sorunlar işsizlik, fakirlik, gelir bölüşümünün kabul edilemez ölçüde bozukluğu.
Bu belalarla sosyal politikalarla ancak bir noktaya kadar mücadele etmek mümkün.
İşsizliğe, fakirliğe karşı en etkin, kalıcı, sürdürülebilir mücadelenin yüksek büyüme oranları olduğu kesin.
Türkiye 2011-2015 parlamenter dönemini ortalama yüzde yedilik bir büyüme oranı ile kapatabilirse, her açıdan bambaşka bir ülkenin yurttaşları olarak 2015 seçimlerine gideriz, bunu herkesin aklında tutması şart.
Büyüme oranlarının kalıcı olabilmesi için de üç konuyu çok önemsemek lazım.
Kamu maliyesi dengelerinde kalıcı istikrar, çağın gereklerine uygun bir beşeri sermaye (öğretim) ve yüksek katma değerli mal ve hizmet ihracatı.
Son ikisi daha uzun vadeli hedefler ama Türkiye 2011 seçim senesini mutlaka yüzde üçün altında bir bütçe açığı ile kapatmayı başarabilmeli, ilk altı ayda mutlaka biraz gevşeyecek dengeleri son altı ayda yine düzeltmeli.
Diğer iki temel beklentim yeni bir anayasanın yapılması ve AB ilişkilerinde ciddi bir mesafe alınması.
Aslında bu son iki hedefi birbirinden ayrı değerlendirmek çok anlamlı değil.
Yeni yapılacak anayasa 2010 İlerleme Raporu’nda ifadesini bulan sorunları aşmaya yönelik bir anayasa olursa zaten mesele radikal bir biçimde çözülüyor.
Yeni anayasa mutlaka sivil-asker lişkilerini, din-devlet ilişkilerini, yurttaşlık tanımını, devlet idelojisini, temel hak ve özgürlükleri yeniden biçimlendirmeli.
Bu yeniden biçimlendirmenin de “NASIL” olacağı büyük ölçüde AB ilerleme raporlarında meşru referanslarla ele alınıyor.
Önemli olan kamusal sorunlarda yerel değil, evrensel referanslı çözümlere yönelmek.
2011 senesini kapatırken, 2011’de yüzde yedi büyümüş, çağdaş referanslara sahip bir anayasa yapmış, AB meselesinde siyaseten hamle yapmış bir ülkenin yurttaşı olmanın keyfini düşünebiliyor musunuz?
AB meselesinde siyaseten mesafe almaktan ne kastettiğimi başka bir yazıda ele alacağım.
Kamusal olarak ne olursa olsun, yine de 2011 hepimiz için sağlık ve mutluluk getirir inşallah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder