19 Ocak 2011 Çarşamba

Sedat LAÇİNER - PKK’yı kaç kez bitirdik?

Terörle mücadelede sadece iki mücadele yolu varmış gibi bir algı var. 1) Terörün başını anladığı dille, yani şiddetle ez, 2) Terörün nedeni devletin hata ve eksikleridir, bunları gider ve terörden kurtul.
İlk anlayışa ‘askeri’ veya ‘silahlı yaklaşım’ da deniyor ve tamamen silahlı çözümleri içeriyor. Türkiye işin başından beri daha çok bu yaklaşımla terörle mücadele etti. Turgut Özal gibi bu yaklaşımı sorgulayanlar, hatta yanlış olduğunu düşünenler olduysa da devlet PKK ile mücadeleye neredeyse katıksız ve kesintisiz bir şekilde sadece silahlı mücadele olarak baktı ve bu yöntemi çok sert bir şekilde uyguladı. PKK’nın ve bölgenin üzerinden devlet adeta bir silindir gibi, bir tank gibi geçti. Önceki Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ “30.000’i etkisiz hale getirdik. 10.000 de yaralı, teslim olan var” dedi. Ve grurla ekledi “Matematiksel olarak baktığımızda 26 yılda, güvenlik kuvvetleri 5 defa bu PKK terör örgütünü bitirmiş”.
Oysa Başbuğ çok yanılıyor, terörle mücadelede başarınız öldürdüğünüz adam sayısıyla ölçülmez. Hele bir de terör ülkenizin içinde yuvalanmış ise öldürdüğünüz adam sayısı arttıkça başarısızlığınız da bir o kadar artar. Bu anlamda TSK 26 yılda PKK’yı 5 kez bitirmemiştir, tam tersine terörü 5 kez hortlatmıştır. Hem de her seferinde daha da büyüterek, daha da kitleselleştirerek. Bunu anlamak için dört işlem bilmek bile yeterlidir. Başbuğ 40.000 kişiyi ya öldürdüğümüzü ya da yaraladığımızı söylüyor. Bunların anne-babalarını, ortalama 4 kardeşini (ki daha fazladır), sevgilisini, karısını veya çocuğunu toplarsanız yaklaşık çeyrek milyon insan eder. Eğer teyzeyi, halayı, dedeyi nineyi de eklerseniz rakam bir anda 1 milyon • bulur. Başka bir deyişle Sayın Başbuğ TSK’nın PKK’yı 5 kez bitirdiğini sansa da, beyefendi gibi generaller sağolsunlar, terörle mücadele edeyim derken Türk devleti ile en az 1 milyon insanı birinci dereceden kanlı hale getirdiler.
Eğer sizin evladınız veya kardeşiniz, her ne sebepten olursa olsun, devletiniz tarafından öldürüldü ise kalbiniz o devlete karşı kolay kolay doğrulmaz ve bu kin kısa zamanda da durulmaz.
***
Ne yazık ki terörle mücadelede şiddeti merkeze koyanlar hala mevcut ve generaller hala bu görüşün merkez noktasını oluşturuyor. Oysa ki terörle mücadele hiçbir demokratik ve gelişmiş devlette orduların işi değildir. Ordular katı ve hantal bürokrasileriyle, tarihin en mobil ve esnek tehdidi denebilecek teröristlere karşı etkisiz kalırlar. Bu nedenle uzun süredir söylüyoruz, tankla tüfekle sivrisinek öldürülmez. Daha da önemlisi orduların yok etme odaklı oluşu ve terörist ile toplumu ayırt etme gücünün yeterince olmayışı ordularla müdahalenin geniş kitlelere zarar vermesine ve böylece terörün istismar edeceği alanın genişlemesine yol açar. Bundan dolayı söylüyoruz, ordu ile terör mücadelesi balyozla sinek öldürmeye benzer. Siz balyozu salladıkça oranıza buranıza vurursunuz, gereksiz yere yorulursunuz, sinek ise keyifle etrafınızda dolaşır. Ayrıca bazı durumlarda ordu ile müdahale öylesine büyük bir terör yaratır ki bu terör teröristin neden olduğu terörden daha fazla olabilir. Güneydoğu’da yaklaşık 1 milyon kişinin sorgudan geçirildiğini, birkaç teröristi bulabilmek için onlarca köyün terörize edildiğini, binlerce köyün yakılarak boşaltıldığını vs. hatırlarsanız ne demek istediğimizi daha kolay anlaşılacaktır. Bugün PKK’nın en kolay sempatizan bulduğu kitle işte bu devlet tarafından mağdur hale getirilen insanlardır.
***
Bu tabloya bakıp da generallerin “ama siviller hiçbir şey yapmadılar. Biz mücadelede yalnız bırakıldık” demeye hiçbir hakları yoktur. Çünkü generallerin terörle mücadeleyi sivillerden ve kolluk güçlerinden gasp etmesi ve bu alana hiç kimseyi sokmaması nedeniyle Türkiye terörle mücadelede aklı kaybetmiş, tamamen tepkisel ve refleksif duygularla hareket etmek zorunda kalmıştır. Her kim ki güvenlik konularına girmeye kalkmıştır, generaller en sertinden bu hevesi kursaklarında bırakmıştır. Böylece memleketin başbakanları, bakanları ve aydınları en önemli ülke sorununda devre dışı kalmışlardır. Hatta görevini yapmaya çalışan hâkim, savcı ve kaymakamlar eğer hadlerini bilmezlerse, yani askerlerin işine karışmaya kalkarlarsa, bir generalimizin itiraf ettiği gibi evlerinin etrafında bombalar patlatılmıştır. Diğer taraftan bazı darbeci gruplar ise bilinçaltlarında terör gibi güvenlik sorunlarını çok sevmişler, sürekli-darbe-yönetimini ayakta tutabilmek için PKK gibi suç şebekelerini yararlı bile bulmuşlardır. Ergenekon, Balyoz gibi davaların iddianameleri bu anlayış ile doludur.
Kısacası terörle mücadelede ordu merkezli hareket etmek ve sadece şiddete şiddetle karşılık vermek kendi kendisine zarar vermektir. Böylece ilk başta saydığımız iki yaklaşımdan ilkinin ne kadar yanlış bir yol olduğu anlaşılmaktadır. Peki, doğru yol ikinci yol mudur? Yani eğer teröristin istediklerini verirsek, hata ve eksiklerimizi düzeltirsek terör biter mi? Müsaadenizle onu da sonraki yazımızda tartışalım.

Hiç yorum yok: