19 Ocak 2011 Çarşamba

Çetin ALTAN - Büyük bir rüzgâr gülü

Çetin Altan Şeytanın gör dediğic.altan@bnet.net.tr

12 Ocak 2011
Dün Mehmet Altan’ın doğum yıldönümüydü. 1953 yılının 11 Ocak sabahı nasıl da koşmuştum Ankara’da, Dr. Zekai Tahir’in başhekimi olduğu doğum kliniğine.
* * *
Kerime’cik, solgun bir lohusa yüzüyle iki karışlık mini mini minicik bir bebek uzatmıştı kollarıma.
Ayaklarım sarmaş dolaş, bebeği alamamıştım kucağıma; doğru dürüst tutamazsam diye korkmuştum.
* * *
Aynı korkuyu 3 yıl önce de, Kerime’cik aynı klinikte Ahmet’i kollarıma uzattığında duymuştum ilk kez...
* * *
O tarihlerde, 1946’da Ankara Hukuk Fakültesi’ne girer girmez çalışmaya başladığım Ulus gazetesinde; gece sekreteri Cemal Sağlam’ın yardımcısıydım.
* * *
Mehmet’in doğduğu yıl, Doğan Nadi’nin ilk örneğini verdiği; çerçeve içinde imzalı, ona buna sataşma fıkraları da yazmaya başlamıştım.
* * *
En küçük torunum Tuğçe’den 3 yaş kadar büyüktüm; 2 oğul sahibiydim ve yazdığım küçük fıkralarda sürekli siyasetçilere sataşıyordum.
* * *
Ulus gazetesinde haftada bir, kendi uzmanlık alanı “mali konularda” makaleler yazan, Rahşan Ecevit’in babası Namık Zeki Aral; bir gün yüzüme gülerek bakmış ve:
-Çatmadık 4 kişi bırak da, tabutunu taşısınlar demişti.
* * *
Dün Mehmet Altan’ın doğum günüydü.
11 Ocak 1953’te iki avuçluk bir bebeği kucağıma alamamıştım.
İstanbul’da Zeynep Kamil Doğumevi’nde, doğar doğmaz kucağıma ilk alabildiğim bebek, kızım Zeynep oldu.
Artık öğrenmiştim bir bebeğin nasıl tutulacağını.
* * *
Bir gün İsviçreli şakacı bir dostum:
-Sen, demişti; şayet “marki”, “kont”, “baron” türü bir aristokrat olsaydın, şatonun giriş kapısı üstüne, bir “top söz” olarak ne yazardın?
* * *
Ben de gülmüş:
-”Alçak olmadan, ahmak olmadan” diye yazardım, demiştim.
* * *
İsviçreli dostum, şakacılığı bırakmış:
-Uygulaması çok zor bir iddia, demişti.
* * *
Bu sabah aklım şöyle bir takıldı:
-Kendi uğraş alanımda çocuklarıma layık olabildim mi, diye?
* * *
Hayatı hak etmek de, kendi uğraş alanında çocuklarına layık olmakla mümkün.
* * *
Geçen hafta Mahmut Gürer’in özel bir haberi Akşam gazetesinde manşet olmuştu:
“TÜRK’ÜM, GURBETTEYİM, CAHİLİM...
Türk büyükelçilerinden vahim tespit: İsveç’teki Somalilerin eğitim durumu Türklerden yüksek. Almanya’daki 500 bin gurbetçi, zorunlu eğitimden sonra okulu bıraktı. Norveç’tekiler dil bile öğrenmiyor.”
* * *
450 bin erkek erkeğe kahvesi, ayakları bakımsız milyonlarca kadın ve dişlerini fırçalamayan 43 milyon vatandaş...
* * *
Dünkü Taraf gazetesinde Ahmet Altan’ın yazı başlığı “Ucube” idi; Murat Belge’nin yazı başlığı da “Burası Yasakistan”...
* * *
Böyle bir ortamda “yazı”ya layık olmaya çalışmak; çocuklarına layık olmaya çalışmanın tek köprüsü olarak...
Elimden geldiğince işte, becerebildiğim kadarıyla...
* * *
Ters bir raya gitmiş bir trenin, artık vagonları sürekli devriliyor gibi...
* * *
Bir yanda toprağa gömülmüş silahlarla, faili meçhul binlerce cinayet...
Bir yanda Yargıtay’da birikmiş 2 milyona yakın dosya...
Bir yanda sık sık çıkan ve ortalığı “savaş alanı”na çeviren arbedeler...
* * *
Yok yok enseyi karartmayın...
28 yaşından küçük 40 milyon gencimiz var...
Artık sorun onların üstünde; 58 yaşına geldiklerinde “konjonktür” çok değişmiş olacak...
Ayakları bakımsız kadın sayısı çok azalmış olacak...
* * *
Bunun karşılığında ne kadar gereksiz bedel ödenmiş olacak?
Ve sanatsal heykeller, “ucube” damgasını yemekten ne zaman kurtulacak; bendenizin kestirme olanağım yok elbet...
* * *
Ahmet’le Mehmet’in henüz doğmadığı yıllarda; İbrahim Çallı, Edip Hakkı, Şevket Dağ gibi ressamlar; tablolarını değerlendirmek için Ankara’ya gelirler ve İş Bankası’ndan da randevu alırlardı.
* * *
İsmet Paşa’nın portresini yapmaları için ressamlar seferber edilmiş ve İbrahim Çallı’nın yaptığı portre beğenilmişti.
* * *
Ankara’ya gelen Çallı, Çankaya’ya davet edildiğinde; İsmet Paşa’nın, kendi portresine, bir masada gözlükleriyle eğilmiş yakından baktığını görünce, dilini tutamamıştı:
-Paşam, o askeri bir harita değil, bir tablo; duvara asılarak uzaktan bakılır ona, demişti.
* * *
İsmet Paşa da, bir zamanlar güzel sanatlara uzak düşmenin burukluğuyla, viyolonsel dersleri almaya başlamıştı.
* * *
11 Ocak 1953’te aklıma mı gelirdi; 2011 yılının 11 Ocak’ında, “pancar motoru”nun başına oturup, Mehmet’ciğimin yaşgününü kutlayacağım?
* * *
“Alçak olmadan, ahmak olmadan” hayatı hak etmeye çalışmak; kendi uğraş alanına ve dolayısıyla da çocuklarına layık olmaya, bir ömür çaba harcamakla mümkün galiba...
* * *
Ancak bu kadarını becerebildik, yine de şükür...

Hiç yorum yok: