15 Ekim Cuma günü Sayın Özdemir İnce Hürriyet gazetesindeki köşesinde “Diyanet İşleri hizaya” başlıklı bir yazı yayınladı.
Bugünkü yazımda asla va asla Sayın İnce’yi şahsen hedef almak gibi bir niyetim yok; Sayın İnce’nin görüşlerinin bir kesimin malum görüşleri olması nedeniyle Hürriyet gazetesindeki yazısını sadece bir ÖRNEK olarak alıyorum.
Sayın Özdemir İnce yazısında, bence de haklı olarak, Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Sayın Ali Bardakoğlu’nun aşağıdaki ifadesini eleştiriyor:
“Cami dışı Din Hizmetleri adıyla bir proje başlattık. Bu proje ile din hizmetlerinin sadece namaz kılmak ya da oruç tutmak olmadığını, dinin bütün sosyal hayatı kapsadığını vermeye çalışıyoruz. Din görevlimiz sadece camide namaz kıldıran bir memur değildir. Toplumun bütün sosyal hayatına müdahale eden kanaat önderi olmalıdır (Ö.İ.).”
Sayın Özdemir İnce, tekrar ediyorum, bence de haklı nedenlerden, Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu’nun bu görüşlerini eleştiriyor ama hemen altındaki satırda da şu ifadeyi kullanmaktan imtina edemiyor.
“Çok güzel! Ancak kamu hizmetleri yapan devlet kurum ve kuruluşları, yasanın kendilerine verdiği yetki ve sorumlulukların dışında kendi başlarına kendilerine görev ve yetki icat edemezler. Ama Prof. Dr. Bardakoğlu bir derebeyi gibi kendine görev icat ediyor (Ö.İ.)”
“Diyanet İşleri Başkanlığı’nın özel yasasından kaynaklanan görev ve yetkilerine bakalım:
Diyanet İşleri Başkanlığı Görevleri: Madde 1 - İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur (Ö.İ., 15 Ekim Hürriyet).”
Şu tuhaf, AMORF duruma bir bakalım: Sayın Özdemir İnce’nin DİB görevlilerinin, din görevlilerinin camide namaz kıldıran devlet memurları olmalarına bir itirazı yok ama toplumun bütün sosyal hayatına müdahale eden kanaat önderi olmalarına içerliyor.
Sayın Özdemir İnce laik ya da laik olması gereken bir devlet yapılanması içinde yüz küsur bin imamın varlığını normal karşılıyor, bu din görevlilerinin merkezi bütçeden maaş almasına itiraz etmiyor, DİB’in il başkanlarının adlarının müftü olmasına ses çıkarmıyor (müftü demek fetva veren kişi demektir).
Sayın İnce DİB bütçesinin Adalet Bakanlığı, Kültür Bakanlığı gibi bakanlıklardan çok daha kabarık olmasını da laik devlet ilkesine aykırı görmüyor ama bu din görevlilerinin yasada yazan görev tanımlarının dışına adım atmalarına çok kızıyor.
Neden mi?
DİB, Türkiye’de bir kesimin inancının tehlike olarak telakkisi üzerine kurulmuş bir kurum ve köktenci kemalistlerin en has kurumu; bu bağlamda köktenci kemalistlerin, mesela Sayın Özdemir İnce’nin, bu kurumun varlığına, işleyişine, bütçesine, devlet memurlarının fetva vermesine itirazı olmayışını anlıyorum (!).
DİB geleneğinin çok eski, bir Bizans, bir Osmanlı geleneği olmasının laik cumhuriyetçiler açısından meşruiyet unsuru olmasını da anlamakta zorlanıyorum.
Ama yine de, geçerken, böyle bir laiklik anlayışının çok seviyesiz, fazla yerel, fazla baskıcı, fazla devletçi bir anlayış olduğunu söylemek zorundayım.
Benim daha da tuhaf, daha da amorf bulduğum; bir kesim dindarın, muhafazakarın da bu DİB kurumuna biat etmiş olmaları; kendi inancını tehlikeli bulan devletin kurduğu bir KONTROL KURUMUNDAN rahatsız olmayan, bu kurumla (DİB) uzlaşabilen dindarı, muhafazakarı, kimse alınmasın, çok sahici bulamıyorum.
Sayın Özdemir İnce ile bazı dindarların, en tavizsiz duran dindarların DİB’in varlığı ve işleyişi üzerinde mutabakatı da bana çok manidar geliyor.
Türkiye’nin muhafazakarları DİB ile hesaplaşmadan ülkemizde sahici bir muhafazakarlık olanaksız; DİB ile uyumları muhafazakarların kemalizmle yatağa girmesi gibi bir şey.
Gerçek laik cumhuriyetçilerin de kemalizmle hesaplaşmasının mecburiyeti gibi.
Sahici bir muhafazakar, sahici bir dindar din hizmetinin sivil toplum tarafından üretilmesini ister.
Sahici bir laik cumhuriyetçi de din hizmetini kamu hizmeti (DİB) olarak telakki edemez.
Senelerdir savunduğumuz NORMALLEŞME tam da budur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder