15 Kasım 2010 Pazartesi

Helal olsun size - Mehmet ALTAN

Türkiye, “olması gerekenin” çok uzağında olduğundan, 80 yıldır temcit pilavı gibi hep aynı şeyleri tartışmakta... 25 Teşrinisani 1341 tarihli 671 sayılı Şapka İktizası Hakkında Kanun ile...

... gene 3 Kanunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun “devrim yasaları” olarak kabul edildi.

Neredeyse 80 yıl olmuş bu yasalar yürürlüğe gireli.

Ne var ki şapka gibi, kıyafet devrimi de “sosyal bir değişimin doğal sonucu olarak ortaya çıkmadığı ve kararname marifetiyle oluştuğu için” sorun olmaya devam ediyor.

Türkiye Cumhuriyeti, toplumunu zenginleştirmeye yönelik bir zihniyet ile hareket etse, bunca yıl sonra türban konu edilmeyecekti.

Tabii siyasal iktidar, Türkiye’nin bütün mağdurlarına sahip çıkmakta ve baskı rejimini bütünüyle ortadan kaldırmakta isteksiz davranınca...

Başsavcının köhnemiş bir Kemalist refleksle devreye girmesi ve 2007 yılına doğru hızla geri dönmemiz kolaylaşmış oldu.

Şimdi yeniden beş yıl önceye döndük.

***

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e hayatı ekonomik açıdan değil, güvenlik açısından değerlendiren bir mantık, sosyal değişimi de kararname ile çözerim sandı ve kararname ile Batı gibi olmaya kalktık.

Onların üretimlerini değil, tüketim kalıplarını taklide yöneldik.

Bir kararname ile şapka, bir kararname ile kıyafet devrimi yaptık. Köyünde sabanını süren halk bir yanda, kararname devrimleri öte yanda kaldı.

AK Parti de Saray’ı yıkacağına Saray’a girmeyi, tüm mağdurları kurtaracak demokratik bir devlet inşası yerine de “türbanı” koymayı yeğleyince, Türkiye halkının değişime verdiği büyük destek yeniden çıkmaza doğru sürüklenmeye başladı.

Üstelik, başörtülü kızlarımızın uğradığı haksızlığı gideremedik, onların hakkını güvenceye alacak hukuksal bir yapı da oluşturamadık.

***

Türkiye’de devlet halktan öylesine uzak ki halka hizmet verdiği alanlarda da halka nizam vermeye kalkıyor.

Her vatandaşına eşit mesafede olması gerekirken, hizmet vermekle yükümlü oldukları arasında ayrımcılık yapıyor.

Kamusal alan, “devletin halka hizmet verdiği yerleri” tanımlıyor.

Böyle olunca, başörtülü bir vatandaşın banliyö trenine binmesinin bile yasaklanabileceği garip bir durum oluşuyor.

Bu tavrın temelinde sosyal ve ekonomik gelişmeyi asıl hedef olarak almayıp, “görüntüde” batılılaşmaya çalışma anlayışı yatıyor.

***

Gelişmiş ülkelerde kamu hizmeti verenlerin düşünce ve inançlarını yansıtmalarını önlemek için konulmuş kuralların dışında kılık kıyafete kimseler karışmaz.

Kamu hizmeti alanlara da yasak getirmek söz konusu olmaz.

Bizim yaşadığımız gariplikler “kararname ile devrim yapmanın” faturası. Keşke biraz da Türk halkının zenginliği ve özgürlüğünü aklımıza taksak.

Bunu, referandum ertesi büyük umutlar besleyen yığınları, geniş bir demokrasi ve özgürlük hamlesi yapmaya çok istekli olmadığını göstererek yeniden umutsuzluğa sürükleyen siyasal iktidara da, 1930’lar Türkiye’sindeki otoriter Kemalist zihniyeti seslendiren başsavcıya da anlatmak gerek...

***

2010 yılında siyasal iktidarın ve Başsavcının bizi mahkûm ettiği nokta “devrim yasaları” oldu.

Ne diyeyim, helal olsun size...

Buranın kılavuzu dünya standardında bir demokrasi olmayınca, nerelere saplandığımızı umarım başta vicdan sahibi dindar ve muhafazakârlar olmak üzere herkes görür... Gördüklerinin de güçlü sinyalini zaten alıyorum.

Demek ki bu gerçeği asıl siyasal iktidarın görmesi gerekmekte...

Görsün ki başsavcılar yeniden otoriter Kemalizm’i diriltmesin...

Hiç yorum yok: