‘
ekarakas@stargazete.com
Sayın İbrahim Kiras’ın 2 Kasım tarihinde Star Gazetesi’nde yayınlanan yazısına ilişkin görüşlerimi bugün de sürdürüyorum.
Sayın Kiras’a birinci eleştirim eğitim-öğretim ve zorunlu din dersi konusunu tartışırken genel ve çok kısıtlayıcı yasal-toplumsal çerçeveyi veri olarak alması idi.
Okul tipleri, çok genel bir evrensel hukuk devleti, laiklik, demokrasi ilkeleri gözetilerek farklılaştırılabilir, müfredat okuldan okula, devlet okulları nispeten yeknesak kalmak koşuluyla değiştirilir, isteyen aileler de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek Protokolünün ikinci maddesi gereği, çocuklarını din bilgisi, hatta pratiğini öğreten okullara gönderirler.
Böylece de, arzu etmeyen ailelerin çocukları zorunlu din dersi görmezler.
Anlamakta çok zorlandığım ikinci ve temel konu ise muhafazakar/dindar kesime mensup arkadaşların bir bölümünün ısrarla din hizmetini, buna zorunlu din dersleri de dahil edilebilir, bir kamu hizmeti olarak görmeleri.
Yani, devlet tarafından sunulmasını istemeleri.
Yani, devletten geçmeden dinin toplumsal meselelerine yaklaş(a)mamaları.
Konumuz din eğitimi konusu idi.
Cumhuriyet’in başından beri bu konuya yönelik devlet kökenli us dışı sınırlamalar var.
Bu sınırlamalar 28 Şubat süreciyle tavan yapmış durumdalar.
Aileler çocuklarını, mesela Kuran kurslarına gönderirken, tuhaf zaman ve yaş sınırlamalarına tabiler.
Ailelerin, laik devlet okullarında okuyan çocuklarını, istedikleri zaman ve yaş aralığında istedikleri kurumda ve en önemlisi devlet tekelinde olmayan kurumlarda din öğretimine göndermeleri en temel hakları olmalı.
Bu kurumlara da devlet sadece demokratik kamu düzeninin gerekleri açısından karışabilmeli.
Oysa Türkiye’de durum hiç böyle değil.
Devletin kronik yaklaşımı açısından bu duruma şaşırmıyorum.
Şaşırdığım, muhafazakar/dindar kesimin bir bölümünün de bu baskıcı tutumla uyum içinde oluşları.
Bu kesim, laik devletin okullarında zorunlu din dersi için ısrarlı olacağına, din öğretiminin sivil toplum bünyesinde özgürce, demokratik kamu düzeni çekinceleri saklı kalmak üzere, yapılmasında ısrarlı ve talepkar olmalı diye düşünenlerdenim.
Aynı eleştirim söz konusu kesimin Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunun statüsüne yaklaşımları için de geçerli.
Devletin din öğretimini, Diyanet İşlerini bu denli kontrolü altına almak istemesi hep din kurumunu “boşta kalırsa ya davulcuya ya da zurnacıya gider” misali algılamasından; gerçek muhafazakar/dindarların da bu yaklaşımla uzlaşmasını, bu yaklaşımın enstrümanlarını benimsemesini doğrusu yadırgıyorum.
Din çok önemli bir müessesedir, toplumun çok önemli bir bölümünün iç içe yaşadığı bir müessesedir ama bir kamu hizmeti değildir ve gereklerinin devlet tarafından vergi gelirleri kullanılarak karşılanması hem demokratik değildir, hem adil değildir, hem de özgürlükçü değildir.
Gerçek muhafazakar/dindarlar din alanında devletçi olmamalılar.
Ben muhafazakar/dindar bir vatandaş olsa idim devlet okullarında zorunlu din dersine de Diyanet’in mevcut statüsüne de itiraz ederdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder