15 Kasım 2010 Pazartesi

Eser KARAKAŞ / Çekingen bir uyarı

 ekarakas@stargazete.com

Bu yazım zor bir yazı.

Bir iktisatçı olarak bir uyarıda bulunmak istiyorum.

Zor bir yazı zira tahminimde azımsanmayaçak bir yanılma payı ve bu nedenden de mesleki olarak zor duruma düşme riskim var.

Zor bir yazı zira ekonominin çok önemli, istihdam yaratan, bir zamanlar motor olarak tanımlanan bir sektörüne ilişkin açıklayacağım kaygılarım var ve bir iktisatçı olarak piyasalarda beklentilerin reel sonuçlarını da bilen birisi olarak şom ağızlı olmayı hiç sevmem.

Üstelik ekonomi gerçekten çok iyi giderken.

Umarım bu yazıyı kimse ciddiye almaz, ben uyarımı yapmış olmanın vicdani rahatlığını duyarım, kimse ciddiye almayacağı için de bir olumsuz etki yaratmaz.

Sözünü edeceğim sektör inşaat sektörü.

Televizyonlarda izliyoruz, cep telefonlarımıza mesajlar geliyor.

İstanbul’un her yanına kuleler dikiliyor, yeni Ataşehir’ler, yeni Ataköy’ler yapılıyor, yapılacak.

Bu haberler bir iktisatçıyı olsa olsa sevindirmeli; inşaat sektörü geri beslemesi çok güçlü yani başka sektörlerde de talebi uyaran, istihdam yaratan bir sektör.

Televizyon reklamlarında, cep telefonu mesajlarında “on bin lirayı getir, ev senin olsun” haberleri var.

Öte yanda da son global krizi çok iyi atlatmış, dış piyasalardan sendikasyon kredileri kullanmada sorunu çok az, ekonominin büyüme sürecinde de mevduat biriktiren bir bankacılık sektörü var.

Bankacılık mesleği elindeki parayı bir yerlere satma mesleği; kasada para birikir ve satamazsan kötü.

Bu nedenle bankalar son aylarda tüketici kredilerinde büyük bir rekabet içinde; iyi faizlerle bayram kredileri, okul kredileri, tatil kredileri, konut kredileri vs.

Bilinen bir süreç, bankalar olağan, kredibl müşteriye para satarak fonlarını tüketemezler ise kredi verme koşullarını biraz gevşetebiliyorlar, paralar bu kredileri geri ödemede zorlanabilecek kesimlere de akabiliyor.

Bizim bankacılık anlamında muhafazakar iyi bankacılarımızın bu hataya düşeceklerini zannetmiyorum ama sektörün de kendi dinamikleri, kendi kaçınılmazları olabiliyor.

ABD’deki 2008 mortgage krizinin, subprime sorununun kökenlerinde bir parça bu olgular var.

Isınan dünya ekonomisi, artan petrol fiyatları, biriken egemen fonlar, bu fonların ABD bankalarına akışı ve ABD bankalarının bu paraları satma mecburiyetinin getirdiği kredi verme koşullarındaki zorunlu esneme; arkasından yaşananları biliyoruz.

Türkiye hala çok yüksek bir işsizlikle mücadele ediyor; bu süreçte, inşaat sektöründe yaşanacak olumlu br patlama çok önemli, çok yararlı, çarpan etkileri işin cabası.

Ama “on bin lirayı getir, evi al it” sloganının beraberinde riskler de getirebileceğini görmemiz lazım.

Ekonomide ve siyasette her şey iyi giderken “bize özgü bir subprime krizine” düşmemizin ekonomik ve siyasi olarak nelere malolabileceğini görmek lazım.

Benim bu çekingen uyarımı ABD krizi sonrası yoğurdu üfleyerek yeme refleksi olarak kabul edin.

Ama yine de dikkatli ve sorumlu davranalım.

Hiç yorum yok: