15 Kasım 2010 Pazartesi

Nöbetçi katil çocuk ve HSYK - Mehmet ALTAN

Ancak altı buçuk yıl sonra...

Meclis’te görüşülmeye başlanan Sayıştay Yasa Tasarısı’nın en kritik maddesi olan “performans denetiminde” değişiklik yapıldığı...

Yapılan değişikliğin de tasarının “şeffaflık ilkesi”ni kadük edeceği haberiyle güne başladım.

Sonra, gün içinde...

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davanın tutuklu sanıklarından Ogün Samast’ın dosyasının İstanbul Nöbetçi Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesinin kararlaştırıldığını öğrendim.

Öte yandan, benim cinayete giden yolun en garip kapılarından biri olarak algıladığım...

Hrant’ın İstanbul Valiliği’ne çağrılmasının, MİT Müsteşarlığı’nın bilgisi dâhilinde olduğunun da dünkü mahkeme sırasında ortaya çıktığını gördüm.

***

Tüm bunlar olurken HSYK yeni üyeleriyle ilk toplantısını yaptı.

Son haliyle 22 asıl, 12 yedek üyeden oluşan ve uyum yasaları çıkıncaya kadar tek daire şeklinde çalışacak HSYK’nın gündeminde başkanvekili seçimi ve krize neden olan bazı atamalar ve disiplin soruşturmaları vardı.

Aslında...

HSYK seçimi bitti ama tartışma bitmedi.

Önceki gün, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, sakin zarafetiyle HSYK seçim sürecinde ortaya çıkan tüm eleştirileri cevaplayan bir sohbet toplantısı yaptı.

Tüm sorulara...

Tüm eleştirilere makul cevaplar verdi.

Ancak bir kez daha gördüm ki Türkiye’de esas konu HSYK seçiminden ya da bu kurumu “kimin ele geçirdiği” tartışmasından daha derinde ve ötede...

Nerede mi?

Yargının “ele geçirilebileceği” noktasında.

Eğer bir ülkede yargı kurumu şu veya bu tarafından “ele geçirilebiliyorsa”, zaten orası hukuk devleti değildir.

Problemde bu...

Çünkü en kanlı bıçaklı düşmanlar bile Türkiye’nin bir “hukuk devleti” olmadığından gizli bir ittifak içinde.

Zaten bu noktada fikir birliği edince, geriye tek kavga konusu kalıyor; yargıyı “kimin” ele geçireceği...

Bu tartışmanın olduğu noktada da hukuk devletinin ruhuna El Fatiha çoktan okunmuş olmakta...

***

Son tartışmalar da bu resmin türevi.

“Hukuku değil devleti tutarım” zihniyeti, Ergenekon’u “devlet” olarak algılayınca, yargıda yaşadığımız krizler patlak verdi.

Seçim sürecinde Ergenekoncu zihniyet örgütlenip yönetimi ele geçirmeye kalkışınca, anlaşılan o ki ister istemez karşıtını yaratmış.

Türkiye’de siyaset hukukun hep önündeydi, hala da öyle...

Siyaset içinde iktidar kavgasının cümbür cemaat taraftarı var ama “evrensel hukukun” taraftarı yok.

***

Benim şahsen her fırsatta AB diye tutturmamın nedeni de bu: Bu toplumsal iskelet bozukluğunu kendi kendimize düzeltmemizi pek mümkün görmemem...

Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı sırasında Meclis’e sunulan ve beklemekten yorulan Sayıştay Yasa Tasarısı, Hrant’ın Mahkemesi, MİT’in açıklaması ve HSYK seçim süreci, bulunduğumuz ülkenin hali pür melalini veriyor... Bu kendi kendine düzelse, kendimizi hep İttihat ve Terakki döneminde yaşar gibi hissetmezdik...

Ama neyse ki Adalet Bakanı Sadullah Ergin daha iyimser...

Kelimelere dökmese de toplantının tümünden edindiğim izlenim o ki düşe kalka, kör topal, sonunda “hukukun ve hukuk ilkelerinin” geçerli olduğu evrensel bir anlayışın da zaman içinde buralarda boy atacağına inanmakta...

Hiç yorum yok: